Bunu iç güçler yaptı
ABD’ye yolumuz düştüğünde fırsat bulursak biraz da alışveriş ederdik.
Gidersin şehir dışında bir ‘outlet’e. Öte-berinin hesaplısını bulabilmek için saatlerce dolaşırsın. İflahın söker.
Benim hanem kalabalık. 9 nüfusuz. Bir tane ayakkabı alıp gelemem. Hanıma, çocuklara da almam lazım.
Bir dükkanda 30 dolardan 70-80 dolara kadar ayakkabılar var. Ben alt limite daha yakın olan ayakkabıların etrafında dolaşıyorum.
Diyelim ortalama 40 dolardan 8 tane ayakkabı aldın. 320 dolar.
Bazen kasada çok alışveriş ettiğin için bir indirim daha yapıyorlar.
Outletin girişinde elimize tutuşturdukları yüzde 10’lu indirim kartını da gösteriyoruz.
Sonuçta 250 bilemedin 280 dolara dükkandan çıkıyorsun.
Türk lirasıyla 300 küsur lira ediyor.
O zamanlar Türkiye’de o ayakkabıların iki tanesini o parayla ya alırsın ya alamazsın.
Başka ürünler için de geçerliydi bu ucuzluk.
ABD’ye alışveriş için gidilebilir diyordum.
Evin ihtiyacını karşılamak için gidersin. Böylece uçak bileti bedavaya gelir. Gezdiğin tozduğun yanına kar kalır.
Dolar 2,5-3 liraya çıkmaya başlayınca ABD’de alışveriş etmenin cazibesi kalmadı.
Ya şimdi? Doları, euroyu ağzına alamazsın.
Dolar, hala yerinde duruyorsa 13 lira.
Kafayı mı yedi dolar? Sabahtan beri hareket halinde. Bir günde iki lira artar mı?
Ne ettik? Ne etmedik? İktisatçılar da bir şey söylemiyor.
Türk Lirası enfarktüs mü geçirdi?
Ya da Merkez Bankasına isyan ediyor, kendini yerlere attı!
Atmamış. Gözlerini açtı biraz. Kur 12,5’a geldi.
30 dolara ayakkabı şimdi gitsen belki yine alırsın. Ama 13’le çarpman gerekiyor. Tanesi 390 lira. 8 tane alınca 3120 lira.
İstersen de 12,5’la çarp. Pahalı!
Galiba o yıllarda Türkiye’ye yabancı para girişi daha fazlaydı.
Siyaset de bugünküne nispetle daha istikrar vaat ediciydi.
Paradan 6 tane sıfır yeni atılmıştı. Ekonomi iyi gidiyor gibi görünüyordu.
Doların şimdiki seviyesine bakınca… Eğer şimdiki seviye daha gerçekçi bir seviyeyse… O yıllarda Avrupalıların, Amerikalıların sırtından geçinmişiz diye düşünür oldum.
Adamların 100 dolarlık malını 120 liraya alıyormuşuz. Bugüne göre onda biri fiyatına.
Benim ev ihtiyacı dediğim alışverişler o kadar önemli olmayabilir. Otomobil alanları düşünün. İş makinası alanları. Büyük ithalatçıları…
Bunların oluşturacağı yekunu düşünün.
Biz, toplum olarak yaklaşık 10 yıl boyunca kelepir otomobil almışız.
Düşünsenize, 50 bin dolarlık otomobili 60 bin Türk lirasına alabiliyorduk. Şimdi 500 bin lira.
Pahalı otomobiller hakkında fikir yürütmek bile yorucu.
10 milyon, 15 milyon.
Çeyrek altın bin lira mı bin yüz lira mı?
Nerede 175 liraya çeyrek altın alıp sünnet çocuklarına taktığımız günler.
Her şeyi ucuza alıyorduk. Uçakları bile. Yani devlet, şirketler ucuza alıyordu.
Şimdi biz ucuzladık. Bulgarlar bile Edirne’den nevale alıyorlar.
Hayır, işin bu kısmı vicdani bir mesele olarak yansımıyor bana.
Amerika’nın hakkı geçti bize diye düşünmüyorum.
Avrupalıların, Amerikalıların bizim sırtımızdan geçindiği durumlar da olmuştur. Hesap etsek muhtemelen biz alacaklı çıkarız.
Düşündüğüm başka bir şey.
Biz, o zamanların nispi bolluğunu doğru değerlendiremedik.
Betonu çok seviyorduk, aklımız bir tek beton işine eriyordu.
Tamam o da lazım. Onu da yap.
Ama birazcık da yüksek teknolojiye yatırım yapsaydık.
Dışarıdan teknoloji ürünü almaya demiyorum, onu alıp duruyoruz zaten, üretmeye diyorum.
Savunma sanayiinde kaydettiğimiz ilerleme istisnai bir durum. İstisnaları çoğaltsaydık. İstisna olmaktan çıkarsaydık.
Yatırım önceliklerimizi ceyb-i hümayuna ne gireceğine değil memleketin ihtiyacına göre belirleseydik.
İnsanımızı yetiştirmeye odaklansaydık. Eğitimimizin kalitesini ve verimini yükseltseydik.
Eğitimin niceliğine değil (kasabalara üniversite açmaktan başka bir şey bu) niteliğine yatırım yapsaydık.
20 yıldır yapılabilirdi bunlar.
Dış güçler de mani olmazdı, eğer iç güçler düzgün çalışsaydı.
Yapamadık.
(1 Mart tezkeresinde dolar 3 bin liraya çıkar diyorlardı. Reddettik, çıkmadı. O zaman bile… Şimdi üç bini dörde katladık.)
Tamam, ecnebiler kendi menfaatlerini düşünüyor, bizim menfaatlerimizi değil.
Biz de biraz memleketimizin menfaatini düşünseydik.
Düşünmedik.
Ya aklımız bu kadarına erdiği için, ya niyetimiz bozuk olduğu için.
Hepsini biz yaptık, bizim idarecilerimiz.