‘Baba, bizim okula bir şey yaparlar mı?’
Laleli’deki ofislerini bilmiyorum. İlk kurulduğu yıllarda İstanbul dışında olduğum için farkına varamamışım.
Ama Millet Caddesi’ndeki yerlerine defalarca gitmişimdir.
Oradan ilk tanıdığım isim, Mustafa Özel.
Neresi orası?
Bilim ve Sanat Vakfı.
Bir gidişimde Semavi Eyice’yi görmüştüm.
Birkaç defa rahmetli Akif Emre’yi görmeye gitmiştim.
Bir gün İsmet Özel’in “Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında” başlıklı konferansını orada dinledim.
Merhum Şakir Kocabaş’ı İnsan Yayınları’nda tanımıştım ama orada ders veriyordu.
Şakir Kocabaş, bize elma ile armudun toplanamayacağını öğreten alimdir.
Öğrenen öğrendi. Öğrenemeyen hala elmayla armudu, hamamböceğiyle ıstakozu topluyor.
Nerden çıktı ıstakoz?
Yahu, hiçbir sebebi yok, lafın gelişi!
İlhan Kutluer’in de orada dersleri olduğunu hatırlıyorum.
Tabii ki Ahmet Davutoğlu’nun da.
Davutoğlu deyince bir parantez açmam gerekir mi?
Erdoğan Hükümetlerinde uzun süre Dışişleri Bakanlığı ve başbakanlık yapmış, bugünlerde parti kurma hazırlığı içinde olan siyasetçi.
Malum, ilim adamlığı vasfı siyasetçiliğinden eskidir.
En kıdemli felsefe hocamız, Teoman Duralı. Büyük mimar Turgut Cansever.
Daha bir çok saygın, kıymetli ilim ve kültür adamı.
Güzel işler yapıyorlardı.
Özellikle üniversite çağında olan gençlere yönelik, onlara bir derinlik, bir vizyon kazandıracak, üniversiteden aldıkları eğitime ilave bir boyut katacak, onları daha donanımlı hale getirecek ilmi, kültürel çalışmalar.
Yüz ağartacak bir kalite vardı orada.
Bir seviye.
Öyle ki, biz Yeni Şafak’ta Bilim ve Sanat Vakfı’nın haberini yapmaya kıyamazdık.
Yazarız da, 28 Şubatçıların kulağına gider, irtica mirtica deyip musallat olurlar endişesiyle.
Kuruluşunda bir üniversite vizyonu vardı.
Vizyon yerine tasavvur mu desem.
Yani gönüllerinde yatıyordu bir üniversite kurmak.
Zaman geldi, bu tasavvur gerçek oldu.
Şehir Üniversitesi kuruldu ve biz buna çok sevinmiştik.
O sıralar denk geldi, Kızım Şebnem Üniversite sınavında orayı tercih etti.
Sonradan oğlum Selman da oraya gitti.
Bizim ev ta Başakşehir’de.
Çocuklar okula gidip gelmekte zorluk çekmesinler diye civardan küçük bir ev tuttuk.
Derken oğlum İsmail de liseyi bitirdi, aynı üniversiteye gitti.
Şebnem mezun olmuştu, Selman ve İsmail ablasız okumaya devam ettiler.
Kampüs Dragos’a taşındı tabii çocuklar da beraber.
En son kızım Esra girdi Şehir Üniversitesi’ne.
Şu anda benim üç çocuğum orada okuyor.
Yakın zamanlarda sormaya başladılar.
“Baba, bizim okula bir şey yaparlar mı?”
Bu sorunun sorulmasına sebep olmak ayıptır.
“Yapabilirler oğlum. Kulağıma geliyor. Devletin içinden bazı zevat kurcalıyor.”
28 Şubat falan bitti halbuki.
Şehir Üniversitesi’nin huzurla, güvenle eğitimine devam etmesine bir mani olmaması lazım.
Fakat maalesef, Şehir Üniversitesi’ni eğitim yapamaz hale getirmek için gerekli adımlar atılmaya başlandı.
Nitelikli olan, seviyeli olan, nezih olan her şeye birilerinin musallat olması gerekiyor demek ki.
Bir şekilde, Dragos’taki kampüs arazisinin bir parselinin Şehir Üniversitesi’ne tahsisi kaldırılmış.
Yargı yoluyla mı?
Evet yargı yoluyla.
Yargı da malum, bağımsız ve tarafsız.
Yani yargı, bağımsız ve tarafsız bir şekilde tahsisi kaldırmış.
(Bağımlı ve taraflı olsa ne yapardı kim bilir.)
Halk Bankası da vaktiyle verdiğimiz kredinin teminatı ortadan kalktı iddiasıyla Şehir Üniversitesi’nin hesaplarına tedbir koymuş.
Ne olur böyle yapınca?
Üniversite, giderlerini karşılayamaz hale gelebilir.
Sonunda da kayyım atanır.
Üniversite açıklama yapıyor, başka teminatlar gösteriyor, bankaya olan borcunun bir kaç katı kadar gayrı menkul teminatı.
Üstelik, üniversitenin geliri giderlerinden fazla. Yani yeniden yapılandırılsa borcunu döndürebilir.
Anlaşılan banka da yargı kadar bağımsız ve tarafsız.
Henüz bir netice elde edilememiş.
Edilir inşallah. Ümidim var, aklı selim galip gelir.
Gelmezse?
Gelmezse Şehir Üniversitesi bütün taraflar için üzücü bir hatıra olur.