Atatürk Havalimanı’nı yıkmayın
Deprem bitti değil mi? Araya Barış Pınarı operasyonu girdi, Silivri’deki 5,9’luk depremin açığa çıkardığı endişe geri planda kaldı.
Hepimiz, kafamızın içindeki savunma ve belayı üzerimizden savuşturma mekanizmalarını çalıştırdık, içimizdeki endişeyi makul, taşınabilir mesafede tuttuk.
“Bizim mahallenin zemini sağlam. Buraların eskisi bir komşu söyledi. Kaya varmış altımızda.”
“Zaten bu küçük depremler depremin enerjisini alıyor. Korktuğumuz deprem gitgide küçülüyor. Belki 7 bile olmayacak.”
“Bizim ev 99 depreminden sonra yapılmış.”
“Benim deprem çantam hazır, içinde el feneri bile var. Çantamı da başucuma koydum.”
Ya da savuşturma modellerinin en yaygını, en kullanışlısı.
“Nasibimizde varsa, kurtulamayız, en sağlam yerde bile ölürüz.”
Hayatı yaşanılır kılmak için faydalıdır bu savunma modelleri.
Kork, kork, kork, nereye kadar?
Biraz teselli et kendini, biraz it, kendinden uzaklaştır depremin şiddetini.
Ne kadar ömrün varsa, o kadarını biraz daha çekilir kıl.
Ama bil ki, bu savuşturma mekanizmalarının çoğu deprem yokken işe yarar.
Deprem olduğu anda geçersizdir.
Ne yapabiliriz?
Devletin bugünden yarına büyük bir işe girişeceği yok.
Geçenlerde bir programda karşılaştık Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum’la.
Silivri’deki depremden birkaç gün sonraydı.
“Belki vaktimiz vardır” dedim, “Belki birkaç yıl içinde bir şeyler yapılabilir, depremi daha az kayıpla atlatmamız için.”
“Çalışıyoruz” dedi.
“Biraz daha gerçekçi, hatta zorlayıcı uygulamalar yapılamaz mı, konutları sağlamlaştırmak, gerekirse yenilemek için.”
“Mevcut şartlarda elimizden geleni yapıyoruz” dedi, “Ama zorlayamayız.”
İnsanlar, yüz metrekarelik konuta karşılık mesela iki yüz metrekare yeni ve sağlam konut istiyor.
Yani bir verip iki-üç almak istiyor.
Böyle bir aç gözlülükle kim baş edebilir?
Bütün bunlar, devletin de, vatandaşın da deprem gerçeğiyle yüzleşmekten kaçındığını gösteriyor.
Geçenlerde Prof. Dr. Cenk Yaltırak’la uzunca bir sohbet etme fırsatı bulduk.
Cenk Hoca, deprem gerçeğinin çok farkında. Günlük hayatını depreme göre ayarlamış. Evini bile depreme göre seçmiş. Bu yüzden ev kirası da yüksekmiş. Başka tedbirleri de var ama ayrıntıya girmeyeyim.
Aradım kendisini. Bizimle konuştuğu mevzulara dair bir makalesi olup olmadığını sordum.
Bilgi Üniversitesi’nden Mehmet Ali Tuğtan ile birlikte kaleme aldıkları bir makalenin linkini gönderdi.
Aranırsa bulunur, researchegate.net’te yayınlanmış.
“Beklenen Doğu Marmara Depremi”ni uluslararası güvenlik açısından irdelemişler.
Türkiye’nin 20. Yüzyılın ikinci yarısındaki ekonomik gelişmesini ‘jeofiziğin kanunlarına göre’ değil piyasa güçlerinin taleplerine göre şekillendirildiğini söylüyorlar.
“Böylece Marmara bölgesi Türk ekonomisinin kalbi oldu. Türkiye nüfusunun yüzde 24’ü burada yaşıyor. Bütün banka hesaplarının yüzde 49’u burada, ulusal bütçenin yüzde 59’u buradan sağlanıyor, gayrısafi milli hasılanın yüzde 40’ını bu bölge üretiyor. Marmara Bölgesindeki sınai donanımın maddi değeri 600 milyar dolar.”
Tahminler, sanayi odalarının verilerine istinaden 2010 yılında yapılmış. Yani bu rakamlar 8 yıldır belki ikiye katlandı.
Beklenen -artık beklenen diyoruz- Doğu Marmara depreminde en iyimser tahminlere göre 200 bin insan ölebilir. Kötümser tahmin 1 milyon ölü. 2,5 milyon kişi yaralanabilir. Maddi zarar 270 milyar dolara ulaşabilir.
Bunun nasıl bir yıkım olduğunu tahayyül edebiliyor musunuz?
Cenk Hoca, bir ara, Marmara depremi için “Asıl beka sorunu bu” demişti.
Görünen o ki, deprem olmadan ciddi bir adım, telaşlı, acil bir adım atmayacağız.
Teyakkuza kapalıyız.
Peki daha küçük şeyler yapamaz mıyız? Hiç olmazsa deprem sonrası için?
Şu, Cenk Yaltırak’ın önerisi.
“Atatürk Havalimanı”nın zemini sağlam” diyor Yaltırak, “Pistlerin altında 20 metre kalınlığında kireçtaşı tabakası var. Amerikalılar önermişti o bölgeyi.”
“Denize de yakın. Büyük barınma yerleri, hastaneler, gıda tevziatı için hangarlar yapılabilir. Dışarıdan yapılacak yardımlar hava ve deniz yoluyla oraya gelebilir.”
“Pistleri kırmasınlar. Bir deprem anında kullanılmaya en müsait yer orası.”
Bana da çok makul geldi.
Devletin içinde kulak veren olur mu?
Bir düşünseler, onlar için de bir kolaylık.
Düşünürler mi?