Adaleti, merhameti yeniden düşünmek...

Cenneti Arayan Adam’la işim bitti ama kendimle işim bitmedi.

Ziyauddin Serdar’ın anlattığı her hikayenin bizim hayatımızda az veya çok karşılığı var.

İhvan-ı Müslimin, Cemaat-i İslami, Hasan el-Benna, Seyyid Kutub, Mevdudi, Malik Bin Nebi, Afgan Cihadı, Gülbeddin Hikmetyar, Burhaneddin Rabbani, Ahmet Şah Mesut, Abdullah Azzam, Said Havva, İmam Humeyni, Ali Şeriati, Mutahhari...

Kaddafi’ler, Hasan Turabi’ler, Abdulfettah Moro’lar, Gannuşi’ler.

Tebliğciler, sayısız tarikat önderi, Partiler, hizipler, küçük küçük gruplar, cemaatler.

Sadece isimleri saysak sayfalar tutar.

Bir de Türkiye’deki siyasi ve fikri çizgiler var. Kimi bizleri derinden etkilemiş, kimi az etkilemiş, kimini de hiç sevmemişiz ama bir şekilde hayatımıza girmişler.

Neydi bunlar? Bizim için ne anlama geliyordu? Ne öğrendik, ne anladık bunlardan?

Şöyle düşünüyorum.

Başlangıçta, hayatımıza giren o oluşumları, o siyasetleri içtenlikle kabul ettik.

Afgan Cihadı’na baktık ve neredeyse kutsadık. İçinde cehalet varsa, hamaset varsa, onu da kutsadık.

Ne diyebilirdik ki? İnsanlar Rus işgaline karşı savaşıyor.

Hasan el-Benna’nın, Seyyid Kutub’un mücadelesine hayran olduk.

Libya’da Kaddafi devrim yapınca ümitlendik.

İran’da İslam devrimi olunca ümitlendik.

Türkiye’de Refah veya AK Parti iktidara gelince sevindik.

Yanlış mı yaptık?

Hayır. Yanlış yapmadık.

Ne yaptıysak içtenlikle yaptık. Aklımızın erdiğini yaptık.

Biz, ortada kalmış bir milletiz. En az birkaç yüzyıldır -belki daha fazladır- ipin ucunu kaçırmışız. Çırpınıyoruz.

Kitaba bakıp bir şey görüyor, peşine koşuyoruz, insana bakıp bir şey görüyor, peşine koşuyoruz.

Güzel söylenmişse, doğruya da yanlışa da ‘eyvallah’ demeye müsaitiz.

Sorgulamıyor muyuz hiçbir şeyi?

Sorguluyoruz.

Ama baştan niyetimiz belli. Sorguladığımız şey bize aitse lehine karar vereceğiz.

Ya da şöyle sorguluyoruz: Kendimiz bir yerdeyiz. Kendi durduğumuz yeri baz alıyor, diğer bütün konumlarda kusur arıyoruz.

Afganistan’dan bakıp İran’ı, İran’dan bakıp İhvan’ı, Türkiye’den bakıp herkesi mahkum ediyoruz.

Mesela, Afganistan’daki Cihad önderlerinden bazılarının lüks bir hayat içinde olduğunu işittiğimiz zaman laf bir kulağımızdan girip ötekinden çıkıyor.

Ya da konumumuza göre, İran’ın Hama’da katliam yapan Hafız Esat’a yardım ettiği söylendiği zaman inanasımız gelmiyor.

Sağdaysak solumuzu, soldaysak sağımızı görmüyoruz.

Hakikat bizim cebimizde. Başkasının cebindeki sahte!

Ya yanılıyorsak? Ya hepimizin cebindeki sahteyse?

Sahte değildi muhtemelen. Eksikti. Natamamdı. Müsveddeydi.

Dağda, elinde kaleşnikof, etekleri rüzgarda savrulan bir Afganlı mücahit resmi veya süper güçlere kafa tutan bir molla videosu, bilemediniz mihrapta cemaate dönmüş müridandan birinin ikisinin ayaklarını ovduğu bir sufinin dudaklarından dökülen mütevazı görünümlü cümleler çoklarımızı mutlu etmeye yetiyordu.

Oysa hakikat, kimsenin sarığında, cübbesinde ya da eteğinde olamazdı.

Biz, hayatı ciddiye alıp kendimizle yüzleşmemiştik.

Tarihimizle, efsanelerimizle yüzleşmemiştik.

Hele moderniteyle hiç yüzleşmemiştik.

Tembellik paçamızdan akıyordu.

Yüzleşmemiz gerekiyor muydu? Onu bile doğru dürüst tartışmamıştık.

Modernitenin önümüze koyduğu her bir şeyin karşısına yeşile boyanmış başka bir şey mi koyacaktık?

Bunu deneyenler oldu. En basiti Yılbaşı yerine Mekke’nin fethi.

Yoksa daha temel, daha esaslı bir şey miydi yapmamız gereken?

Tartışmaya vaktimiz yoktu sanki. Bir gürültünün peşinden yürüdük gittik.

Sonunda baktık ki hiçbir yere gelmemişiz.

Sıra, yanlışlarımızı ve doğrularımızı yeniden düşünmeye, yüz yıllık, en az yüz yıllık ihmalimizi telafi etmek için kolları sıvamaya gelir mi bir gün?

‘Adalet’i yeniden düşünebilir miyiz? Nalıncı keseri gibi kendimize yontmadan?

Allah’ın adil olduğunu, ama kelimenin tam anlamıyla adil olduğunu bizden de insanlara adaletle muamele etmemizi istediğini...

Yetimin veya yetim olmayanın hakkını yememeyi...

Merhameti, şefkati... Allah’ın bütün kulları için.

Biz merhametli olursak umulur ki Allah da bize merhamet eder.

İyiliğin, içine politika, riya, gösteriş, kibir karışmamış iyiliğin güzel olduğunu...

Mü’min olmanın aynı zamanda ‘güvenilir’ olmak anlamına geldiğini....

Böyle şeyleri düşünerek başlamak belki bizi dünyaya ne söyleyeceğimiz konusunda daha sağlıklı bir istikamete sokar.

YORUMLAR (41)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
41 Yorum