Vatandaş Daniel Blake
Kapitalist üretim sisteminde insan emeği neredeyse karın tokluğuna satın alınmakta. Emeğin ürettiği artı değere el koymanın sayısız yolları icat edilmiş durumda.
Üniversite bitirmiş işsizlere, beceri sahibi mültecilere, dezavantajlı kadınlara, okula gidemeyen yoksul çocuklara işveren yaklaşımı daima üsttenci ve lütûfkar baba pozunda. Emekçilerin çalışma koşullarına getirilen iyileştirmelerde de çoğu kez insanlık değerlerini korumaktan daha fazla iş verimliliğini artırma hedefinin öne çıktığını görebiliriz.
İngiliz yönetmen Ken Loach, Ben, Daniel Blake (2016) filminde sistem karşıtlığını sert biçimde dile getirmiş. Daniel 59 yaşında bir marangozdur. Çalıştığı iş yerinde kalp krizi geçirince doktoru işe ara vermesi gerektiğini, toparlanıncaya kadar çalışmasının mümkün olmadığını söyler. Karısını kaybetmiş, hala kirada oturmakta olan ve sadece emeğiyle geçinen Dan, devlet desteği için başvurmaya kalkışınca sistemin insanı küçük düşüren, eleyen, aşağılayan yönleri bütün gerçekliğiyle gözler önüne serilir. Sağlık Bakanlığının sosyal yardım bölümüne telefonla ulaşması bile günler alır. Sonunda kendini uzman olarak tanıtan kadın sesi, çalışmaya elverişli olup olmadığını, yardımı hak edip etmediğini sorgulayan sorular soracağını söyler. Kalp krizi geçirmiş olan bir adama sorulan sorular yardımı vermemek için nasıl çaba sarfedildiğinin göstergesi. ‘Yardım almadan elli metre yürüyebiliyor musun, elini başına götürebilir misin, telefon ya da klavye gibi bir şeyin düğmesine basabiliyor musun, çalar saati kurabilir misin, sıklıkla ishal olur musun’ gibi şeyler. Bunlara olumlu cevap alınca çalışabileceğini söyleyen ve karşısındakini dinlemeyi reddeden bir ses. Özelleştirilmiş olan kurumu mahkum ederken yönetmenin Daniel’e, bu uzman galiba bir Amerikan firmasının adamı dedirtmesi, acımasız düzenden Amerika’yı sorumlu tutmaya bir gönderme ama sonuçta mercek altına alınan İngiliz sistemi. Dünyada hakça paylaşımın olduğu adaletle işleyen bir düzen kurabilmiş örnek ülke bulmak hiç kolay değil. Emeğin gerçek hakkını teslim etmemek için bin dereden su getiren kapitalist neo liberal politikalar dünyayı kasıp kavururken, başımıza gelen korona, eşitsizlikleri iyice yüzümüze vurdu. Film sistemin radikal biçimde elden geçirilmesi gerektiğini, insana bakışımızın kökten bir revizyona ihtiyacı olduğunu gösteriyor. Korona salgını ile dışa vuran bütün çürümenin, doğa insan ve devlet ilişkilerinin varoluşun en başına dönerek yeniden ele alınmasını zorunlu kılıyor.
İletişim teknolojilerinin gelişmesiyle göz göze münasebet ortadan kalktı ve devletler nezdinde insan teknik bir metaya dönüştü. Yüz yüze oturulup konuşulunca halledilebilecek birçok mesele, anlama dinleme çabasından uzaklaştıkça kilitlendi ve güçlü tarafın dayattığı insanı aşağılayan çözümlere evrildi. Başvuru şikayet ve itirazlarını sadece internetten yapabileceği söylenen, fakat bilgisayar kullanmayı bilmeyen Daniel, tarihin dışında kalmış biri muamelesi görmeye başlar. Telefonda küçücük bir bilgiye ulaşmak için saatlerce müzik dinletilerek bekletilmesi yetmiyormuş gibi, yazılı başvuruların zamanı geçti denilerek, sadece digital ortamda ve çevrimiçi olarak başvurabileceği söylenir. İnternet kafelerde genç insanları çevirip onlardan yardım almaya çalışsa da, yanlış girdiniz, başa dönmeniz gerek, zaman aşımı gibi uyarılarla günler geçirir ve sonunda genç komşusunun yardımıyla sosyal yardım için randevu talebinde bulunabilir.
Haftalar süren beklemeden sonra sosyal güvenlik binasına bizzat gittiğinde, randevusuna geç kaldığı gerekçesiyle hakkını kaybeden genç anne Katie’nin kurumdan atılışına itiraz ederken bulur kendini. Sonra kadını ve çocuklarını himaye eder elinden geldiğince yardımcı olmaya çalışır. Bu ilişkide insanın içindeki iyi öz, hasreti çekilen iletişim biçimi öyle güzel yazılmıştır ki en iyi senaryo ödülleri getirir filme.
İş bulma kurumundaki talebinin başarılı olması için bütün bir evi baştan sona yapabilecek kırk yıllık yapı ustası, marangoz Daniel, çekici bir özgeçmiş(cv) yazmak zorundadır ve bunun için zorunlu ‘özgeçmiş çalıştayı’na yönlendirilir. Burada sadece on saniye bakıldığında onu sürüden ayıracak, öne çıkaracak yöntem, kısacası “kendini pazarlama” tekniği öğretilmektedir. Ayaklarına kadar gittiğinde hiç yüzüne bakmadan sadece internetten yazabilirsin bize denilen Daniel, bana bir parsel getir sana güzel bir ev yapayım, dünyada yapamayacağım şey yok ama bilgisayar kullanmak istemiyorum, kağıt kalem tabanlı çalışıyorum ben derken, özürlü durumuna düşmüştür bile. Öğrenme güçlüğü gibi bir teşhisiniz varsa arayabileceğiniz bir numara var o da internette kayıtlı cevabını alır. Aç kalmamak için bütün ev eşyalarını satan Daniel randevuyu bir türlü alamayınca kurumun binasının dış yüzeyine durumu ilan eden, kurumu suçlayan bir yazı yazar sprey boya ile ve onu destekleyenlerin alkışları altında karakola götürülür.
Kitleleri güvenceden yoksun bırakmak insanları köleleştiriyor ve en kötü koşullarda bile çalışmaya mecbur ediyor. Emekçilerin dayanışma içinde olması gerekirken birbirlerinin karşısına rakip olarak çıkarılmaları da zorbalığın başka boyutu. En aşağıdaki işler için binlerce özgeçmiş yağması bunun delili.
Katie’ye dönersek genç yaşta iki yanlış ilişkiden iki çocukla yalnız kalmış ve evsizler barınağında tek odada bir yıl yaşadıktan sonra ucuz kirayla oturabileceği sosyal evlerden biri, ailesine yakın yaşadığı Londra dışında çıkmıştır. Hemen bütün kültürlerde olduğu gibi burada da çocuklar kadındadır, erkekler yoluna devam edip gitmiştir. Ortak ilişkilerden doğan çocuklara baba bakamaz ama kadın bir şekilde bakabilir düşüncesi ve kadının merhametinin her koşulda galebe çalması. Katie üniversite eğitimini yarıda bırakmış, iş bulamamış cebinde birkaç lira kalmış iki çocuklu biri olarak aşevine kaydolup erzak alır, markette küçük bir hırsızlık yapar, cinsel istismara açık hale gelir, ayakta kalmaya çalışır.
Finalde Daniel’in randevu günü gelip çattığında, bekleme salonundan çıkıp elini yüzünü yıkamaya gittiği tuvalette kalp krizi geçirip ölmesi, filmin en duygu yoğun anı. Dramanın film boyunca anlatmak istediği hissiyat ise kurşun kalemle yazılmış küçük bir konuşmada saklı. Yoksulların saati olan sabah dokuzdaki cenaze töreninde Katie’nin okuduğu satırları, eğer yaşasaydı marangozun görüştüğü yetkili bilecekti sadece.
“Ben bir müşteri, bir alıcı veya hizmet kullanıcı değilim. Kaytarıcı beleşçi dilenci ya da hırsız da değilim. Ben bir sosyal güvenlik numarası veya ekranda yanıp sönen bir iz de değilim. Adım Daniel Blake, bir insanım köpek değilim. Sadakaya ihtiyacım yok kabul etmiyorum da. Faturalarımı ve vergilerimi zamanında ve kuruşuna kadar ödedim. Bana saygı duyarak yaklaşmanızı talep ediyorum. Ben Daniel Blake. Bir vatandaşım ne bir eksik ne bir fazla.”