Toz bezi
Geçen hafta bir sığınma evi deneyiminden azıcık da olsa söz etmiştim.
İstanbul Sözleşmesi tartışmaları hakkında söylemek istediklerimin etrafında dolaşmaya devam edeceğim bu yazıda da. Kendi deneyimleri dışındaki yaşamlardan habersiz, kadınların farklı hayatlarına duyarsız ve ilgisiz insanların verdikleri afaki roller ne yazık ki sert bir duvara çarpıp dağılıyor. Aklımızdan çıkmayan bir öğüt vardı: “Hamile kadınlar çirkin oluyor, evlerinden çıkmasınlar, akşam kocaları gelip onları otomobilleriyle gezdirsinler.” Çirkinlik yargısı bir tarafa Emel Çelebi’nin Gündelikçi belgeselindeki (2006) kadınları unutmak ne mümkün. Yaşlı bir kadın geçmişte nasıl hamileyken sonra da bebeği kucağında temizliğe gittiğini anlatıyordu gözleri dolarak. On binlerce kadın ağır ev işinde sigortasız çalışıyor. Bir erkeğin çekemeyeceği gardıropları çekmek, ağır kanepeleri kaldırmak, halıları silkelemek, düşme tehlikesi içinde camları silmek zorunda kalıyorlar, neden acaba? Ev sahiplerinin davranışları ise acımakla incitmek, toz bezi olarak görmekle, dertlerini dinlemek arasında değişiyor. İşin iki yanında kurulan güç ve öznellik ilişkilerini Aksu Bora’nın ‘Kadınların Sınıfı: Ücretli Ev Emeği ve Kadın Öznelliğinin İnşası’ kitabından okumak mümkün. Bugün Ahu Öztürk’ün Toz Bezi filminde(2015) ele aldığı büyük şehirde tutunmaya çalışan iki Kürt kadının hikayesinden söz edeceğim. Gecekondu mahallesinde komşu olan kadınlardan Hatun’un kocası bir kahvehanede çaycılık yapmakta, evde her türlü hizmeti hak etmektedir. Kazandığı para aileyi geçindiremediğinden Hatun ev işlerine giderek destek olmak zorundadır. Onu ayakta tutan ise günün birinde ev alıp şehre sağlam tutunma hayalidir. Sürekli satılık ilanlarına bakarak kendine kuvvet verir. Çoğu evde olduğu gibi çocuğun okul işleriyle ilgilenme, aileyi ayakta tutmak için öfkeleri yatıştırma rolünü üstlenmiştir. Kocası Şero aslında görece iyi adamdır, kabalığı, tembelliği, iğnelemesi vardır ama fiziksel şiddeti yoktur mesela.
Nesrin ise işsiz kocasına bir kez “iş bulmadan gelme” serzenişinde bulundu diye nazlı, onurlu kocası küçük kızıyla karısını tümüyle terk etmiştir ve film boyunca bir daha haber alamaz Nesrin. Fakat temizliğine gittiği Aslı hanımdan bol bol öğüt alır. Ağlayıp sızlamak yerine kendi hayatını kurması, sigortalı bir iş bulması gerekmektedir. İnsancıl, ilgili ve hassas bir tutum içinden ast üst ilişkisinin kralını kurar. Eğitimli çalışan bir kadın olarak ev işçiliği statüsünü teslim edip sigortasını sağlamak yerine “Aslı abla” konumuyla emeği keyfekeder aile işine dönüştürür. Öte yandan ne olmuşsa olmuş, kaba örüntülerle her zamanki gibi ailede hasta babasıyla ilgilenme işi yalnız yaşayan Aslı’ya kalmıştır.
Hatun’un burjuva bir kadın olan yaşlı işvereni “Ayten abla”sına gelince. İnce işleri kendisi yapıp kaba işleri yaptırma düşüncesine bile yakın değildir. Kadınlığını kanıtlayacağı bir merci olmadığından, dolapların ve mutfağın ayrıntılı temizlik ve düzenine kadar Hatun’a bırakır. Misafir gelen kibirli ahbabına yukarı yeni taşınan komşusundan söz ederken ‘Diyarbakırlılar ama iyi insanlar’ sözü etnik ayrıma göndermedir. Misafiri de Hatun’a “kumralsın bizim gibi Çerkezsin galiba” der. Bir suçu örtbas eder gibi susar hatun. Hatta bazı kurumlarda iş başvurusu yaparken Çerkez olduğunu söyler kendisiyle dalga geçerek. Ülkede koşulların değişmesi nedeniyle birazcık zam istediğinde ise “abla” kabul etmez, “bu yeterli, sen bilirsin” deyip ailevi gibi görünen emek yapısını bozuverir.
En can alıcı sahnelerden biri çekip giden kocası Cafer için Hatun’un Nesrin’i suçlaması. Kadınların yuvayı dişi kuş yapar fikrini ruhlarına ne kadar kazıdıklarının göstergesi. Onu kabalık etmekle, kocasını elde tutamamakla, yuvaya emek vermemekle suçlar. Kocası iş aramaya yanaşmasa bile onun gururunu, onurunu yüksekte tutmalı ve bu işi de üstlenmelidir. Aynı sınıftan iki kadın arasında da kadınlık tartışması baş gösterir. Şimdi kökten kocasız kalmış, gölgesi bile yetecekken, kocası bütünüyle kayıplara karışmıştır. Nesrinin çalmadığı kapı, sormadığı kişi kalmaz, çok kırılan adam yer yarılıp içine girmiştir sanki. Kadın kötüyse çocuğunu neden aramadığı da kimsenin aklına gelmez. Gereken duygusal emeği veremeyen kadın, aileyi bir arada tutamamıştır. Kadınlık elde olanı kaybetmemek mevcudu sürdürmektir çünkü. Kendini asla savunamaz Nesrin, küçük kızına “kaybolduk biz” der. Velev ki ev iş sigorta olsa bile bunlar bir Cafer’in yerini tutmaz.
Nesrin’in altı yaşlarındaki kızı Asmin de duyguların, toplumsal statünün, sınıfın aktarıldığı biri olarak öne çıkıyor filmde. Oyununu kurarken elinde toz beziyle temizlik yapıyor sürekli. Annesinin de meçhul bir akibetle ortadan kaybolmasıyla birlikte onu sahiplenen Hatun’la şehrin ışıkları altında birlikte gezdikleri sahne en güçlü oldukları an belki. Nereye gidiyorsunuz sorusuna “kendimize geziyoruz” der Hatun. Tahsin Yücel’in Kumru ile Kumru romanında “eve buzdolabı alındı” diye sevinçten ağlayan kadın geldi birden aklıma. Akşamüstüleri otomobille gezdirilmeyen, kan kussa çalışmak zorunda olan milyonlarca kadın var. Yukarılardan akıllar verip, acımasızca hükümler biçtiğimiz gibi işlemiyor hayat.