Ertelenen eşitlik rüyası
Son bir haftada George Floyd için kapalı ve açık alanlarda birçok anma ve etkinlik düzenlendi.
Bu güne kadar sadece siyah olduğu için polis şiddetiyle ölen yüzlerce insan gibi onun da unutulmasına izin vermek istemediklerini söyledi katılımcılar. Unutmak suçun tekrarlanmasına yol açan bir suçtur bazen. Youtube’dan canlı izlediğim NewYork’taki geniş katılımlı bir anmada ekrandan akan mesajlar dehşet vericiydi. Dayanışma mesajlarını bastıran yüzlerce ‘beyaz’ın hakaretleri, küfürleri, silahlanma ya da zuladaki silahları çıkarıp bütün siyahları öldürme çağrıları konuşmalar boyunca biteviye sürdü. Zincirlenmiş siyahların insanlık dışı gemi yolculuklarıyla getirildikleri yeni kıt’ada yaşadıklarını reva gören, normal kabul eden insanlar hala var ve çok sayıdalar. Tıpkı İsveçli katliamcı Anders Breivik’e tebrik mektupları yazan sayısız ırkçı gibi, bunlar da katil polisi tebrik ediyorlar. Kuzey Güney savaşında ırkçılığın son bulması ve siyahlara hak verilmesi için mücadele eden başkan Abraham Lincoln’ü bile öldüren zihniyet, her vesileyle kendini gösteriyor.
Neredeyse canlı yayın diyebileceğimiz bir netlikle elleri cebinde masum silahsız birini öldüren polis hakkında sosyal medya uzman görüşleriyle dolmuştu. Görevi gereği, istemeden, tedbirsizlik yüzünden ölüme sebebiyet vermiş, taksirle bir iş yapmıştı. Suç kelimesi bile özenle kullanılmıyordu. Polis teşkilatı polisi tutuklamak yerine, protestocular ona ulaşamasın diye evini güvenlik gücü kalkanıyla koruma altına almayı tercih etmişti. Sekiz dakika kırkaltı saniye diziyle boğazına bastırdığı insanın söylediklerini kameralara canice bakarak eli cebinde dinledi: “Yüzüm... Ben kötü bir şey yapmadım... Lütfen... Nefes alamıyorum.. Bayım... Kimse yok mu? Lütfen, dizi ensemde... Nefes alamıyorum... Ben kıpırdayamıyorum... Biraz su verin... Boynum... Lütfen... Beni öldürecekler... Lütfen bayım... Lütfen memur bey...” Memur bey bunları dinlerken kırkaltı yaşındaki koskoca adamın “Anne, annecim!” diyen son yakarışlarını da duydu ve ölümün gerçekleşmesi için daha çok bastırdı. Emindi çünkü kendinden, gösteriler başlamasaydı olay Amerikan televizyonları için birkaç saniyelik ara haberden ibaretti. Floyd’un olay yerinde hayatını kaybettiği raporlanınca hastanede öldü tutamağı da ortadan kalktı. İnsanlar evlerine dönse de bu dava bütün detaylarıyla mercek altında artık. Siyahlarla ilgili tartışmalara yakından bakmak isteyenler Steven Spielberg’in Lincoln (2012) filmini izleyebilirler. İnsanların üstünlük iddialarından, imtiyazlı yaşamlardan, ayrıcalıklardan vazgeçmesi ne kadar zor ve sancılı bir süreç. Amerikan gençliğini sosyal medyadan biraz takip edince siyahları dışlama meselesinin Latinleri, Arapları, Müslümanları, Asyalıları, yoksulları, öğrencileri de içine alarak genişleyen büyük bir canavara dönüştüğü hemen anlaşılır. Gelir dağılımındaki eşitsizlikler, sağlık sistemindeki acımasızlıklar, kadınları evsizleri hiçe sayan yaklaşımlar tekrar gün yüzüne çıktı. Bazı üniversite öğrencileri Amerika’nın parçalanıp un ufak olduğunu, rüyanın kabusa dönüştüğünü ve parçaları toplayıp daha eşit ve insanca bir yaşamın kurulması gerektiğini söylüyor. Kimileri de Floyd’un ailesi gibi, herkesin içindeki ırkçılık ve ayrımcılıkla yüzleşmesi için önemli bir fırsat olduğu görüşünde.
Gösteriler için endişelenen, artık hiç can güvenliğimiz olmayacak diye düşünen, evlerinin önünden geçen göstericileri çay içerek izleyen bir orta yaş grubu da var. Sokağa çıkma yasağı olan gecelerde bile insanları neden evdesin öfkesiyle manen yaralayanlar var. Onların bu kınamasına karşı herkesin korkusuna tercihine saygılı olun diye manifesto yazan da. O kadar verimli tartışmalar oluyor ki, toplum olarak yararlanabilirlerse acıdan büyük kazanım doğar. Yüzlerce yıllık kölelik ve sistematik şiddetle yüzleşme sanki yeniden başlıyor. Irkçılığa karşı olduklarını göstermek için diz çöken asker ve polisler gelecek için en çok umut veren kişilerden. Kimi üniversite hocalarının şimdi yağmaları kınayamayız demesi de tartışılır bir pozisyon. Bazı acılar bütün yanlışlar aynı anda masaya konamadığı için kötülükler birbirini tekrar doğurup meşrulaştırıyor. NY’da Bangladeşli yoksul bir adamın dükkanı yerle bir ediliyordu, bunun başarıya ne katkısı olur mesela. Beyazlardan alış verişi kesme kararları da hakeza. Irkçılığı bilinenlerden uzak duralım elbette, fakat işini dürüstçe yapan bir emekçiyi beyaz rengiyle yaftalamakla bir siyahın etiketlenmesi arasındaki fark ortadan kalkar o zaman. Sonuçta siyahlarla yürüyen binlerce beyaz var. Bunlar çok konuşulacak daha. Siyah çocukların ezbere bildiği bir şiirle bitirelim.
Harlem (Langston Hughes’dan)
Ertelenen rüyalara ne olur?
Kuru üzüm gibi güneşte kuruyup gider mi?
Yoksa yara gibi mi çürür-
Ya da kaçıp gider mi?
Bayatlamış et gibi mi kokar?
Kabuk mu bağlar, şekere mi yatar-
Şekerlenmiş bir şerbet gibi.
Belki de yalnızca aşağı sarkar ağır bir yük gibi.
Yoksa patlar mı?