10 Nisan tecrübesi

Korona günleri başladığından beri hastalığa yakalananlar ve aileleri büyük acı yaşıyor.

Fakat geride kalan, bulaşmaya henüz maruz kalmayanlar da paylarına düşen korkulara yoksunluklara göğüs germek durumunda. Sosyal eşitsizlikler iyice gün yüzüne çıktı. Bu durumu hafifletmek için sarfedilen bütün çabalar desteği hak ediyor, bir yandan da temel bir sistem tartışmasını derinleştirmek koşuluyla. Sokağımızın köşesinde yaz sıcaklarında, kar soğuğunda ya da yağmurun altında küçük şemsiyesine sığınıp çiçek satan, hastalanıp satamadığı günler eşinden ayrılıp eve dönen kızının çocuğuna bez bile alamadığını söyleyen Filiz, sokağa çıkmama uyarıları yüzünden görünmez oldu. Yardım alabileceği bir kuruma ulaşabildi mi bilmiyoruz. Çevremizdeki inşaatlarda hiç ara vermeden işçiler çalışmaya devam ediyorlar ve ne yazık ki izolasyon, mesafe ve maske göremiyoruz iş ortamlarında. Daha birçok iş kolu var bu durumda. Apartmanımızda çok kıymetli komşumuz vefat etti, gerektiği gibi cenazesine katılamadık, evlerde bir dua tertipleyemedik. Markete gitmemiz, gizli taşıyıcı olma ihtimalimiz yüzünden anne babalarımıza yaklaşamıyor, ihtiyaçlarını uzaktan görmek, hatırlarını telefonla sormak zorunda kalıyoruz. Bu şartlarda koronalı hastaların bulunduğu yerlerde kaygıyla doğum yapanlar, başka hastalıkları yüzünden hastanelere gitmeye korkan ve tedavilerini erteleyen nice insanlar var. Bulaşmanın hızını ve etkinliğini gösteren simülasyonlar bir oyun değil, gerçeğin en açık ifadesi bu görseller. Koronalı bir kişinin apartman kapısını tutmasıyla oluşan bulaşma zinciri bizleri korkutmak değil uyarmak için. Korku ve panik ne kadar olumsuzsa, kaygısızlık da o kadar başkasına ve kendine zarar vermekle alakalı.

Baharın gelişini, doğanın uyanışını kim görmek istemez. Otları, solucanların topraktan çıkışını bile özlüyor insan. 10 nisan akşamı ilan edilen sokağa çıkma yasağı bir çoğumuzun beklediği istediği bir karardı. Hafta sonu tedbirlerin ve kuralların ötelenme ihtimaline karşı iki günlük sokağa çıkma yasağı ilan edilmesi ve marketlerin ve fırınların açık olacağının yarım saat sonra söylenmesiyle oluşan toplumsal hareketlilik büyük bir tartışma konusu oldu. İdeali nasıl olmalıydı üzerine birçok seçenek üzerinde durulabilir. Bir gün önce söylenebilirdi, gece tam onikide ilan edilip marketlerin açık olacağı aynı anda bildirilirdi. Zamanlama ve uslup hatası vardı. Binlerce insan ekmek almak, ihtiyaçlarını gidermek için aynı anda bütün şehirlerde sokağa çıktı. Bilinçaltımızda yer eden sürekli teyakkuz hali millet olarak içinden geçtiğimiz süreçlerin izini, zor günlerin yoksunlukla ilgili anılarını tetikliyor olmalı. Bin insanın on yılına sığan depremler, darbeler, salgınlar, ekonomik krizler ve daha birçok felaket. Çaresizlik korkusu belki büyüklerimizden bize aktarılmış bir hafıza olarak kurtuluş savaşı günlerine kadar uzanıyor. Doğal olarak ilk bakışta bu panikle dışarı çıkma halinin kınanması, ihtiyaç sahiplerinin bunları giderme hakkının küçümsenmesi adil değil.

Fakat farklı siyasi koşullarda olsa halkı suçlayıp idraksizlikle suçlayacak olan insanların birden halka kutsiyet atfetme derecesinde haklılık payı vermesi, marketlerin açık olacağı söylendiğinde bile gece onikiye kadar izolasyon, mesafe, maske, karantina gibi bütün hayati kuralların çiğnenmesini, normal ve meşru görmenin, övgüler dizmenin de anlamını kavramak kolay değil.

Krizin iyi yönetilememesini sonuna kadar eleştirelim. Peki marketlerin önünde değip dokunarak iç içe geçen insanların bu tutumunu meşrulaştırmak için yapılan konuşmalardaki uzman görüşlerinin alt metni de çok incitici değil miydi? Mealen şuydu; halkın bu tutumu gayet normaldir, topluluklar televizyonda sokağa çıkma yasağını duyunca gerisini dinlemezler bile, sadece iki gün denilse de bunu işitmezler, hemen kendilerini sokağa atarlar, öyle kapsamlı düşünemezler, yaptıklarının sonuçlarıyla ilgilenmek onların işi değil, yığınlar içgüdüleriyle hareket ederler, artık belli tüketim alışkanlıkları var, bunun gerisine düşemezler. Tek tek bireylerin de kendilerinden sorumlu olduğunu, pekala başka türlü davranan milyonların da olduğunu görmezden gelen kibirli yaklaşımlar. Ben olsam böyle davranmaz kalabalığı görünce geri çekilirdim ama işte herkes bizim gibi muhakeme edemez ve bu nedenle mazurlar üstenciliği. Bu elitlerin yöneten sınıfların dışında kalan insanların ancak emir komuta zinciri içinde bilinçli davranabileceği, baskı ve yaptırımın elzem olduğu fikrine kadar uzanır.

Devlet ya da halk güzellemelerinin ötesinde gerçeklerimiz var. Uzmanlar mesafe ve izolasyona yeterince uyulmadığını bildiriyor. 18 Martta yazdığım ilk korona yazısında vaka sayısı 47. Henüz ölüm de yoktu. Bugün ise 13 Nisan itibariyle 61.049 vaka, 1296 can kaybı var. Vaka sayısının yükseliş hızında dünya birinciliğine doğru tırmanıyoruz. Enfeksiyon Hastalıkları Derneği Başkanı Prof. Mehmet Ceyhan açıklamasında toplumun yüzde 95’inin tedbirlere uyması halinde 3 ay, yüzde 80’inin uyması halinde 8 aydan önce normale dönülemeyeceğini söylüyor. İnsanlardan yığın diye söz edilmesi her zaman canımızı acıtmalı. Bizler yığın değil bireyiz, yönetimler ağır bir sorumluluk altında, biz akıl ve idrakle donatılmış bireyler de vicdanımızla başbaşayız.

YORUMLAR (3)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
3 Yorum