Serenay Sarıkaya ile Ahmed Eş-Şara nasıl aynı örgütün mensubu çıktı?
Hakkında doğrudan sanatçılar ve sektörden isimler tarafından “tekelleşme”, “gücünü kendi oyuncuları lehine kötüye kullanma”, “projelere çökme” gibi iddialar ortaya atılan, Rekabet Kurumu’nun şirketi hakkında soruşturma başlattığı Türkiye’nin en büyük menajerlik şirketi ID İletişim’in sahibi Ayşe Barın gözaltına alındı.
Tartışmanın gelişimi, savcılığın devreye girmesi bunun bir sektör içi tartışma, bir idari tekelleşme davası olarak kalamayacağını zaten göstermişti.
Beklenen oldu.
Ama en beklenmedik yerden.
Ayşe Barım, “Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme” suçundan gözaltına alındı.
İfadeye çağrılan Serenay Sarıkaya, Halit Ergenç, Dolunay Soysert, Mehmet Günsur’un da devleti yıkmaya teşebbüs ederken Barım’a yardım ettiği anlaşılıyor!
Hayır, bu Ayşe Barım’ın oyuncu kadrosuyla kotardığı Netflix’in yeni dizisinin dikkat çekici teaseri değil.
Olaylar kurgu değil, maalesef tam zamanlı gerçekler.
Ayşe Barım, devleti bundan 12 yıl önce Gezi Olayları sırasında yıkmaya teşebbüs etmiş.
Neyse ki bu kez başarısız olmuş!
Şöyle yaparak:
“…sanatçıları Gezi Parkı olaylarına katılması için yönlendirdiği yönündeki değerlendirmeler, ayrıca bizzat kendisinin de firmasına bağlı sanatçılarla birlikte olaylara katıldığına dair tespitler.”
Yani suçu kendisine bağlı sanatçıları Gezi Parkı olaylarına yönlendirmesi.
Koca sanatçılar yönlendirmeyle hükümet karşıtı protestoya gitmişler.
Ayşe Barım, Gezi Parkı olaylarının Osman Kavala gibi planlayıcılarından biri olmakla suçlanıyor.
Ama bu kadar basit de değil. Çünkü savcılığa göre Gezi Parkı olayları bir uluslararası komplo.
Barım’ın gözaltısıyla ilgili başsavcılık açıklamasında bu uluslararası komplo tekrar edilmiş:
“Gürcistan ve Baltık ülkelerinde Turuncu Devrim, Arap ülkelerinde Arap Baharı, Türkiye’de ise TAKSİM GEZİ PARKI adıyla anılan olayların, GEORGE SOROS’un yönetimindeki Open Society Institute Assistance Foundation-Açık Toplum Vakıfları vasıtasıyla gerçekleştirildiği veya teşvik edildiği, olaylara maddi destek verildiği, özellikle sanal ve sosyal medya üzerinden Sırbistan’da başlayan bu dalganın bir şekilde daha önce Arap Ülkelerine ihracının sağlandığı, sonrasında da ülkemize de kendileri açısından ihracına çalışıldığı…Şüpheli hakkındaki analiz çalışmalarında Gezi Parkı Olaylarının başlangıç tarihi aralığında şahsın sahibi olduğu ID İletişim Danışmanlık A.Ş. isimli firmasına bağlı sanatçılarla 29/05/2013-02/06/2013 tarihleri arasında yaptığı dönemde bahse konu sanatçıları Gezi Parkı olaylarına katılması için yönlendirdiği yönündeki değerlendirmeler, ayrıca bizzat kendisinin de firmasına bağlı sanatçılarla birlikte olaylara katıldığına dair tespitler bir arada nazara alındığında daha önce kamu davasına konu olan ve yukarıda isimleri zikredilen diğer şahıslar gibi olayların planlayıcılarından olduğu anlaşılan şüpheli Emine Ayşe Barım hakkında Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan Kaldırmaya veya Görevini Yapmasını Engellemeye Teşebbüs Etme suçundan verilen gözaltı kararı kapsamında 24/01/2025 tarihinde yakalanarak gözaltına alınmıştır.”
Başında Soros’un olduğu uluslararası komplonun ayakları Sırbistan, Arap Baharı ve Gezi.
Yani üçü aynı planın parçaları ve aynı merkezden yönetilmişler.
Bu, iddia daha önce Kavala ve Gezi davasının iddianamesinde de vardı.
Savcılara göre 2000 yılında Sırbistan’daki Otpor hareketi Arap Baharı ve Gezi Olayları’na model, ilham kaynağı olmuş, hatta Otoporcular bizzat gelip Gezicilere eğitim vermişti!
İddianamede OTPOR hareketi ve Arap Baharı savcıların öfkesinden nasibini almıştı:
“Buradan da OTPOR veya türevlerinin arkasında yer alan küresel sermayeye hükmeden odakların, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerinin emellerine hizmet etmeyen veya kendilerinin dünya ülkelerine dayatmaya çalıştıkları Ortadoğu coğrafyası gibi bölgelerin siyasi haritalarını kabul etmeyen yönetimlere yönelik kalkışmalara giriştikleri, bu odakların amacının demokratik yönetimler oluşturmak olmadığı anlaşılmaktadır. OTPOR, halklar, özgürlük mücadelesi adı altında hükümetleri resmen devirmiş, ülkemiz dışında benzer biçimde sahneye konulan ‘renkli devrimler’ ve ‘Arap baharı’ olarak anılan akımlara ilham kaynağı olmuştu.”
Peki, kimdi bu OTPOR ya da “Direniş” hareketi?
2000 yılında Bosna katili, savaş suçlusu Sırbistan Devlet Başkanı Miloseviç’i deviren protesto hareketine öncülük eden gençlik hareketiydi.
Miloseviç, OTPOR’un da içinde olduğu halk devrimiyle devrilince Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılanmıştı.
Türkiye, AK Parti iktidarı ve vicdan sahibi insanlar da bundan çok memnun olmuştu.
Ama bizi esas ilgilendiren Arap Baharı kısmı
İddia makamına göre Arap Baharı “kendileri gibi düşünmeyen, kendilerinin emellerine hizmet etmeyen veya kendilerinin dünya ülkelerine dayatmaya çalıştıkları Ortadoğu coğrafyası gibi bölgelerin siyasi haritalarını kabul etmeyen yönetimlere yönelik kalkışmalar.”
Yani Türkiye’nin ve AK Parti iktidarının hararetle desteklediği Mübarek, Kaddafi, Bin Ali’nin devrildiği, Suriye’de büyük ayaklanma ve sonra iç savaşı başlatan ayaklanmalar aslında Soros’un “kendilerinin emellerine hizmet etmeyen yönetimlere yönelik kalkışmalardı.”
Arap Baharı’na yönelik bu öfkeli dil Yargıtay’ın Kavala ve Gezi şüphelileri hakkındaki cezaları onadığı kararında iyice açığa çıkmıştı:
“…2010 yılında başlayan ve Arap coğrafyasında halk hareketleri ile sonuçlanan Arap Baharı’nın, Arap halklarının demokrasi, özgürlük ve insan hakları talepleri ileri sürülerek ortaya çıktığı, bölgesel ve toplumsal bir siyasi ve silahlı bir hareket olduğu, bu itibarla protestolar, mitingler, gösteriler ve iç çatışmalar yaşandığı, özgürlük mücadelesi görünümü ile halkların, hükümetleri ortadan kaldırdığı, Tunus, Mısır, Libya, Suriye, Bahreyn, Cezayir, Ürdün ve Yemen’de büyük çapta; Moritanya, Suudi Arabistan, Umman, Irak, Lübnan ve Fas’ta küçük çapta olmak üzere tüm Arap coğrafyasında baş gösteren mitingler, protestolar, halk ayaklanmaları ve silahlı çatışmalar şeklinde gerçekleştiği, bu süreçte demokrasi talepleri ileri sürüldüğü ve birçok siyaset bilimcinin bu eşi görülmemiş halk hareketini, Arap coğrafyasında yaşanan en büyük değişim olarak ifade ettiği, ülkemizde ise bu olayların farklı bir yansıması ve uyarlaması olarak, bu olayların ülkemizde de gerçekleşmesi arzusu ve isteği ile İstanbul Taksim Bölgesi Yayalaştırma projesi kapsamında Taksim Gezi Parkı’ndaki bazı ağaçların 27.05.2013 tarihinde başka yere nakledilmesi bahanesiyle başlayan Gezi Parkı eylemlerinin provokasyonlarla birlikte ülke çapında olaylara ve şiddet içerikli eylemlere dönüştüğü anlaşılmıştır.”
Yani Yargıtay’a göre de Arap Baharı da “özgürlük mücadelesi görünümü ile halkların hükümetleri ortadan kaldırması”ydı.
İşin ilginç kısmı Gezi Olayları’na katılanların önemli bir kısmı da Arap Baharı konusunda savcılıkla hemfikirdi.
Gezicilerin geniş bir bölümü aşağı yukarı benzer komplo teorilerine inanan, İslamcıların laik diktatörleri devirmesinden memnun olmayan, Suriyeli muhalifleri değil Esad’ı tutan insanlardı.
Hatta TKP’liler Gezi’nin Boyun Eğme sloganının yazdığı tshirtü Esad’a hediye bile etmişti.
Ama savcılığa ve Yargıtay böyle düşünmüyor, onlara göre Arap Baharı ile Gezi Olayları aynı mihrakların işiydi, patron aynıydı.
Bu mantıkla bu soruşturmaya Tunus’tan Raşid Gannuşi, Mısır’dan Muhammed Mursi, Suriye’den de Ahmed Eş-Şara da kolaylıkla dahil edilebilir.
Onlar da Soros’un tahrik ettiği olaylarda kullanılmış, “özgürlük mücadelesi görünümü ile hükümetleri ortadan kaldırmışlardı.”
Yani günün sonunda Ayşe Barım, Osman Kavala ile Ahmed Eş-Şara aynı uluslararası komplonun, aynı örgütsel ağın yöneticileri oluyor.
Aralarındaki tek fark Ahmed Eş-Şara hükümetini ortadan kaldırmayı başardı, Ayşe Barım ve yönlendirdiği sanatçıları ise başaramadı.
Neyse ki bizim savcılarımız uluslararası mahkemelerde görev yapmıyorlar.
Bir sabah dünya George Soros, Serenay Sarıkaya ve Ahmed Eş-Şara’nın gözaltına alındığı bir şafak operasyonuyla uyanabilirdi.
Biz alıştık ama dünya bu kadarını kaldıramazdı!