Hıncını dava zannetmek...
Adı ilk olarak 2017 yılında Anadolu Ajansı’nın geçtiği, Breaking Bad dizisini hatırlatan bir haberle duyulmuştu.
Tekirdağ’da 17 yaşından beri makyözlük yapan Göknur Damat, 30 yaşında kansere yakalandığını öğrenmiş, doktorların altı ay ömrünün kaldığını söylediği genç kadın, bu altı aya neler sığdırabileceğini düşünürken, sevdiği mesleğinde ilerlemeye karar verip, küçük bir salon açmıştı. Bu arada Hollanda’da katıldığı bir makyaj şampiyonasında Avrupa birincisi olan Damat, KOSGEB hibelerine başvurmuş, aldığı hibeyle küçük salonunu bir makyaj stüdyosuna çevirmiş, Dubai’den de bir makyaj stüdyosu açması için teklif almıştı.
İşinden aldığı büyük moral hastalığına da iyi gelmiş ve nihayet kanserle mücadelesini de kazanmıştı.
İlham verici bu başarı hikayesini, haberden bir kaç ay sonra katıldığı bir Esnaf Buluşması’nda Cumhurbaşkanı Erdoğan da anlatınca Türkiye, Göknur Damat’ın adını öğrendi.
Genç kadın, gazetelerde haber oldu, televizyon programlarına çıktı. Beştepe’deki resepsiyonlara katıldı.
31 Mart seçim kampanyası sırasında Tekirdağ’a gelen Cumhurbaşkanı’nın mitingine de “Cumhurbaşkanının manevi kızı” kokartıyla özel olarak davet edildi.
Paylaştığı bir videoya bakılırsa bu yüzden çevresi tarafından da yandaşlıkla suçlanmıştı.
Göknur Damat, geçen hafta sosyal medya hesabından Ekrem İmamoğlu’nun kampanyasına yaptığı 20 TL bağışın dekontunu #herşeyçokgüzelolacak hashtagiyle paylaşınca olanlar oldu.
Almanya’da bir arabanın içinde çektiği siyasi videolarla tanınan bir sosyal medya fenomeni, genç kadının dekontu paylaştığı tweetini ve miting için kendisine verilen “Cumhurbaşkanının manevi kızı” kokartının görsellerini (nereden bulduysa!) birlikte paylaşıp, şöyle yazdı:
“Bizden olanı bir kenara attık. Bizden olmayanı baş tacı ettik. Onlar da aldı bizi ayak altına paspas etti.”
Onun ardından başkaları da “Davadan olmayanları bir yerlere yerleştirme” yi eleştiren, “Büyük ihanet” , “temizlik şart”, “Vefa”, “Reis çok yalnız” diyen mesajlarla bu lince katıldılar.
Birkaç gün sonra Göknur Damat, Tekirdağ’da “Sen misin o cesur yürek” diyen bir kişi tarafından baldırından bıçaklandı. Neyse ki genç kadın saldırıdan hafif yaralarla kurtuldu.
Göknur Damat’ı önceki gün Ekrem İmamoğlu da Tekirdağ’a giderek ziyaret etti.
Saldırıyı yapan kişi henüz bulunamadı. O yüzden motivasyonunun ne olduğunu, sosyal medyadaki linçten etkilenip etkilenmediğini tam olarak bilmiyoruz.
O yüzden bu üzücü olayın kriminal kısmını bir tarafa bırakıp, linci başlatan o mesaja dönelim:
“Bizden olanı bir kenara attık. Bizden olmayanı baş tacı ettik. Onlar da aldı bizi ayak altına paspas etti.”
Artık hiçbirimize çok da tuhaf gelmeyen bir dil bu: “Bizden olanlar” ve “bizden olmayanlar.”
Ama mesajı atan için zaten genç kadını “bizden olmayan” yapan şey siyaseten farklı bir tercih yapması değil. Onun öfkesi en baştan zaten “bizden olmadığı” belli olan birinin böyle “baştacı” edilmesine. Bizden olanlara kıymet vermeyip, bizden olmayanlara kıymet verirsen, onlar da sana böyle yapar diyor.
Hadi onun kıskançlığının, en ileri, en şampiyon, ne tavizsiz pozlarının başka motivasyonları var.
Ama bu mesajı beğenip, yayanların, kanseri yenmiş başarılı genç Tekirdağlı makyözün “bizdenmiş” gibi takdir edilmesiyle ne alıp veremediği var?
Bu öfkenin sebebi ne?
Zannedildiği gibi sorun bu insanların ideolojilerinde, partilerinde veya davalarında değil.
Türkiye’de karşıt fikrin mensuplarına yaşam hakkı tanımayan, onların başarılı, mutlu olmasından, takdir edilmesinden kıskançlık duyan sadece bir kesim yok.
Yaptıklarından hoşlanmadığı dindarları eleştirmek kesmeyince “Sizi tarihten sileceğiz” diyen solcu gazeteci de aynı dünyanın insanı.
Ama onun nefretinin kaynağı da solculuk, partisi ya da gazetesi değil.
Türkiye’de arkasında siyasi, ideolojik, dini saikler aranan pek çok tepkinin, tavrın, pozisyonun, tercihin arkasında ilkel bir insani duygu var: Hınç duygusu.
Hiçbir dini, ideolojik, ahlaki bağlama dayanmayan, ötekine nefretten beslenen, sınıfsal, sosyal eziklikler, korkular, endişelerle, geçmişin travmalarından gelen bir duygu bu.
Nietzsche “Ahlakın Soykütüğü Üstüne”de hıncı, “kendilerini hayali bir intikamla avutan sürülerin duygusu” diye tanımlıyor, toplama kamplarında iki yıl yaşamış, Almanlığından kurtulmak için kendisine bir Fransız ismi seçmiş Jean Amery ise geçmişle yüzleşmek için değer verdiği hınç duygusunun “geleceğe çıkışın önünü kestiğini” anlatıyor.
Fransız yazar Eric Fassin ise “Popülizm: Büyük Hınç” kitabında, dünyanın her yerinde yükselen popülist hareketlerin sınıfsal ve iktisadi bir tepki olarak açıklanmasına karşı çıkarak bu hareketlerin ötekinin mutluluğuna, başarısına, kendisinden daha fazla dünyadan haz almasına, dünya nimetlerinden faydalanmasına karşı duyulan bir hınç duygusundan kaynaklandığını söylüyor.
Dünyadaki popülist hareketler elitlere, mültecilere, farklı olanlara karşı bu hınç duygusuyla kitleleri mobilize ediyorlar. Trump, Bolsonaro, Orban gibi ana akım siyasetlerden kendini ayırmış yeni popülist liderlerin yakıtı da bu hınç duygusu.
Türkiye’de de siyasi “dava”ların çoğunluğu gücü elde etmek, ötekine aman vermemek, geçmişin intikamını almak gibi dürtülerin hareket geçirdiği kültürel ve sosyal bir hınç duygusundan besleniyor.
Böylesine ilkel, varoluşsal insani bir duygunun motor gücü olduğu kutsal “dava” lar uğruna ahlaki sınırları aşmak da kolaylaşıyor.
Böyle bir iklimdeki siyasi tartışmanın içinde sürekli “biz” ve “onlar” kelimeleri dolaşıyor.
“Biz” ve “Onlar”ın sınırlarını aşmaya çalışanlar ötekilerin korkunç hikayeleriyle korkutulurken, “onlar”la diyalog kuranlar davaya ihanetle suçlanıyor.
Bu hıncın sürmesinden nemalananlar, bütün varoluşlarını ve itibarlarını bu kavganın sürmesine borçlu olanlar hınç duygusunu sürekli kamçılayıp diri tutuyor, “biz” ve “onlar” ateşini sürekli harlıyorlar.
Öyle olunca da Tekirdağ’da kanser atlatmış genç bir makyöz kadın bile “bizden” olmadığı için nefretin, hıncın hedefi olabiliyor.
Hıncını dava zannedenler en çok, iktidar savaşının siyasi rekabete dönmesinden, insanların cemaat duvarlarını aşıp topluma karışmasından, siyasetin ayaklarının yere inmesinden korkuyor.
Göknur Hanım’a çok geçmiş olsun.