Haydi televizyonda tartışalım çünkü çaldılar...
“Tek başıma karar veremem”, “arkadaşlarımız konuşuyor”, “müzakereler sürüyor”, “moderatör şu olmalı”, “neden onun adını dediler”, “ben yapmıyorum”, “onun hakkıydı”, “bu yapıyorsa izlemiyorum” derken nihayet İstanbul Belediye Başkanlığı seçiminin rövanşında karşı karşıya gelen Binali Yıldırım ve Ekrem İmamoğlu’nun televizyonda tartışması için iki parti anlaştı.
İki parti arasında, bir televizyon programı için neredeyse Magna Carta gibi bir yazılı anlaşma imzalandı.
Türkiye’deki medyanın hali üzerine ibretlik görüntülerin ortaya çıktığı “moderatör kim olmalı” tartışması da neyse ki bir de onun için sandık başına gitmeye gerek kalmadan çözüldü.
İnsanlık için küçük ama bizim için büyük bir adım...
Dünyadaki ileri demokrasiler için son derece rutin olan, bizde ise videoları internette bulunup şaşkınlıkla izlenen nostaljik hatıralar olarak kalmış, seçimlerde adayların televizyonda tartışması geleneğinin geri dönmesi tabii ki sevindirici.
Ama insanın içine yine de bir kurt düşüyor. Bir kaç ay içinde ülkedeki tartışmaların geçirdiği evrime bakıp şaşırıyor.
Yanlış mı hatırlıyoruz acaba?
Yani şimdi televizyona birlikte çıkıp İstanbul’un sorunlarını konuşacak adaylardan biri Zillet ya da İllet ittifakının adayı değil miydi?
Yanlış aklımızda kalmadıysa bu Zillet İttifakı “Kandil’in ve Pensilvanya’nın güdümündeydi ve amacı da terör örgütlerinin uzantılarını belediye meclislerine ve bürokrasisine taşımak”tı?
Bütün seçim kampanyası boyunca söylendiği, yazıldığı gibi, “CHP adayı”nın arkasında Kandil’in, Pensilvanya’nın, dış güçlerin desteği yok muymuş? Belediye Meclis adaylarından 325’i PKK’lı çıkmamış mıydı?
Yoksa bunların belediyeleri kazanması beka sorunu da mı değildi?
Seçimlerde sandıkta darbe yapmamışlar mıydı?
Küresel çetelerle, FETÖ’yle işbirliği içinde sandıklarda bir şeyler yapmamışlar mıydı?
Çok fazla uzatmaya da gerek yok “Çünkü çalmamış”lar mıydı?
Bu yüzden seçim iptal edilmedi mi?
“Türkiye düşmanlarına vatan köşesi veremeyiz” diyen MHP lideri nasıl ikna oldu bu eşit tartışmaya?
Yani şimdi eski Başbakan, Meclis Başkanı’nın karşısına çıkıp İstanbul’un sorunlarını konuşacak aday kazanırsa İstanbul yeniden Konstantinopol de olmayacak mı?
Aylardır birilerinin projesi olmakla, terör örgütleriyle işbirliği içinde çalışmakla, Pontusçulukla ve tabii seçimleri çalmakla suçlanan bir adayla televizyona çıkıp İstanbul’un sorunlarını konuşmak ne bileyim, biraz şey değil mi?
Hadi diğerleri siyaseten söylenmiş sözler olsun. Olur böyle şeyler deyip geçelim.
Ama AK Parti sandıklarda oylarının çalındığını iddia etmedi mi? Yüksek Seçim Kurulu’nun yedi üyesi de seçimleri şaibeli bulup iptal etmemiş miydi? Zaten bu yüzden yeniden seçimlere gitmiyor muyuz?
Sandıkta oylarınızı çalmış bir partinin adayıyla tvde ne tartışabilirsiniz? Çıkıp meydanlarda oylarınızın çalındığını bağırmanız gerekirken, oyları çaldığını iddia ettiğiniz adayla televizyonda su fiyatlarını konuşmak tuhaf olmayacak mı?
Ayrıca eğer oylar sandıkta çalındığı için AK Parti seçimi kaybettiyse, neden hırsızlık olmazsa başarılı olan 31 Mart seçim stratejisi, söylemi bu kadar değiştiriliyor?
Her gün ilçelerde mitingler yapan cumhurbaşkanı neden mitinglere başlamadı? Bahçeli mitili nereye attı?
Bu kez mitinglerde Yeni Zelanda’daki terör saldırısının canlı görüntüleri kalabalığa izletilmeyecek mi? HDP’lilerin açıklamalarından oluşan video bir kere daha hatırlatılmayacak mı?
Ne oldu da bir kaç ay önce defolunacak yer olan Kürdistan’ın mebusları yeniden keşfedildi?
31 mart öncesi teklif edilmesi dahi teklif edilemeyecek böyle bir televizyon tartışmasına nasıl ikna olundu?
Ve neden kimse artık bekadan bahsetmiyor?
Yoksa yoksa ülkemizin bekası artık tehlikede değil mi, kutlamalara başlayabilir miyiz?
Herhalde bir yerden öyle bir müjdeli haber gelmiş olmalı.
Yoksa durup dururken MHP lideri ülkemizin ciddi beka sorunlarını bırakıp, televizyondaki belediye başkan adayları tartışmasına istediği moderatör seçilmedi diye o gün saat 21.00’den itibaren televizyon izlemeyeceğini açıklar mıydı?
Tabii ki insan bütün bunların gelip geçtiğine, siyasetin normalleşip, bir anda iki belediye başkan adayının televizyonda medeni ve eşit bir şekilde şehir sorunlarını tartışacağı bir Norveç’e döndüğümüze inanmak istiyor.
Ama sonra birden aklına sekiz buçuk milyon insanın oy verdiği bir seçimin, makul bir gerekçe bile gösterilmeden iptal edildiği geliveriyor.
Sahi yazın ortasında hala üç ay önce oy verdiğimiz seçimi konuşmamızın, bu yüzden televizyonda tartışma organize edilmesinin sebebi buydu değil mi?
Bazıları çabuk unutuyor.
Zaten bazılarının meşruiyet, hukuk gibi dertleri de pek yokmuş, sadece kendi taraflarının, kendi dünyalarından olanların kazanmasıyla ilgileniyorlarmış.
Biraz daha ilkeli olanlar da maslahat perdesiyle adaletin üstünü örtüp vicdanlarını rahatlatabiliyormuş.
Ama bazıları da işte bir türlü unutamıyor.
O yüzden, son üç aydır içinde zillet, illet, Kandil, Pensilvanya, hırsızlık, şaibe, terör, Pontus geçen onca laftan sonra televizyonda iki adayın İstanbul’un çöp sorununu tartışmasını şaşkınlıkla izleyecekler.
Belki de gerçek budur. İnşallah öyledir.
Sahi son üç ayda gördüklerimiz bir kabus olabilir mi?
Yoksa yine birileri bir şeyler mi yaptı?