"Halkı kin ve nefrete tahrik" karşısında duyulan heyecan...
Türkiye’de her devrin meşhur fikir suçları vardır
Daha doğrusu her devirde devletin istemediklerinin üzerinde kılıç olarak sallayabildiği, her yere çekilebilen, istenen kişiyi hapse tıkmaya yarayan fikir suçları olmuştur.
1951’den 1991’e kadar 40 yıl Türkiye’de düşünen her insanın kafasında TCK’nın 141, 142 ve 163 maddeleri kılıç gibi sallandı.
141. maddede komünizm denmeden “proletarya sınıfı”nın diğer sosyal sınıflar üzerine tahakkümünü tesis etmeyi hedefleyen kişi ve örgütler” cezalandırılıyordu.
142. madde bunun propagandasını yapmayı suç yapıyordu.
163. madde ‘irtica’ propagandasına karşı düzenlenmişti.
Nihayet, 1991’de Özal tarafından kaldırıldılar.
Sonra Terörle Mücadele Kanunu geldi.
En çok da “terör örgütü propagandasını” düzenleyen 8. Madde can yaktı. Ağzını açan bu maddeden kendini emniyette ya da mahkemenin önünde buldu.
2003 yılında ulusalcı çevrelerin itirazları, üniversite senatolarının peş peşe açıklamalarına rağmen AB reformlarıyla o madde de kaldırıldı.
Sonra TCK’nın 301. Maddesi devreye girdi. Yani “Milleti, devleti, TBMM’yi, hükümeti, yargı organlarını, devlet büyüklerini alenen aşağılama” maddesi.
Farklı bir tarih görüşü ileri süren karşısında bu maddeyi buldu. Nobel ödüllü Orhan Pamuk bu maddeden yargılandı, Hrant Dink yanlış anlaşılmış bir yazı yüzünden bu maddeden ceza alınca hedef haline geldi.
Bu maddeden yargılanma da Adalet Bakanı iznine bağlanarak sorun çözüldü.
Ama niyet istenmeyen fikirleri hapsetmek olunca ve havalar da değişince başka maddeler devreye girdi.
Bugün de hala yürürlükte olan, kanunda yazana bakılmadan, herkesin içine rahatça sokulup ceza alabildiği maddeler var.
TCK 312 örneğin.
“Cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs eden kimseye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir” maddesindeki açık hükme rağmen bugün doğrudan darbeye katılmışla, bir tweet atmış, bir para bağışlamış kolayca eşitlenebiliyor bu maddeyle.
Ya da TCK 220 gibi sonsuz muğlaklıktaki “örgütün hiyerarşisi içinde yer almamakla birlikte, örgüte duyulan sempati nedeniyle veya bir yarar sağlamak amacıyla suç işlemekle” insanlar çok rahat suçlanabiliyor. Cumhuriyet, Sözcü davaları bu madde üzerine kuruldu.
Ve tabii 1951’den beri can yakan 5816 sayılı Atatürk’ü Koruma Kanunu ve son beş yılda en çok gözaltı ve tutuklama dallarında rekorları alt üst eden TCK 299’daki Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu.
Tamamı fikir suçu olan bu maddelerden binlerce kişi hala hapiste, yüzbinlerce kişi yargılanıyor ya da haklarında işlem yapılıyor.
En son stand-up'çı Emre Günsal, gösterisinde Atatürk ve Mevlana hakkındaki şakaları yüzünden gözaltına alındı, 10 gün hapis yattı. Ve hakkında mahkeme 3 yıl 5 ay hapis cezası verdi.
Suçlamalar; 5816 sayılı kanuna muhalefet yani “Atatürk’e hakaret”, TCK 130 yani “kişinin hatırasına hakaret” ve TCK 216 yani “halkı kin ve düşmanlığa tahrik.”
Son devrin açık ara birinciliği, herkesin üzerine kılıç gibi kullanılan, her yere uydurulan ve çekiştirilen maddesi bu TCK 216.
Tam olarak şöyle:
“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”
Aslında ilk okunduğunda her demokratik toplumda suç olması gereken bir fiili tanımlıyor gibi görünüyor.
Kamu güvenliği açısından açık ve yakın tehlike yaratan bir tahrikin suç olması toplumsal barışın korunması için şart.
Ama toplumsal barışı korumak için çıkarılmış bu madde uzun süredir, toplumsal barışı bozmak için kullanılıyor.
Hoşa gitmeyen her söz, her fikir, her eylem kendisini bu maddenin muhatabı olarak karakolda, mahkemede, hapiste buluveriyor.
28 Şubat döneminde Hasan Celal Güzel konuşmaları yüzünden bu maddeden hapis yatmıştı, bugün de Canan Kaftancıoğlu eski tweetleri yüzünden bu maddeden hapis cezası aldı.
İzmir’de minarelerden okunan türkünün videosunu paylaşan CHP’li Banu Özdemir, Antalya’da verdiği sokak röportajı yüzünden İsmail Demirbaş bu maddeyle tutuklandılar, söyledikleri sözler, attıkları tweetler yüzünden her hafta bir kaç kişi bu madde kapsamında tutuklanıyor.
Mahkemeler, ne maddede yazıldığı gibi söylenen sözle bir kesimin diğerini kin ve düşmanlığa gerçekten tahrik edip etmediğine bakıyor, ne bunun alenen yapılıp yapılmadığını gözetiyor, ne de bu söz ve fikirlerin sahiden de kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike yaratıp yaratmadığıyla ilgileniyor.
Kenarda köşede kalmış hatta geçmişte söylenmiş ama kimsenin umurunda olmamış, bir tweet bulunup çıkarılıp önce bir linç furyası yaratılıyor, öfke kusuluyor sonra bu öfke maddede aranan “kin ve düşmanlığa tahrik”e delil yapılıyor, bir ve üç yıl arası ceza getirdiği için de hemen tutuklama tedbiriyle bu yanlış fikir anında cezalandırılıyor.
Son örnek Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısının önünde bir grup öğrencinin, rektör atamasını protesto için açtıkları açık hava sergisinde sergilenen berbat bir illüstrasyon.
Bir grup öğrenci sanatla protestolara destek vermek için, üniversite öğrencilerinden ve dışarıdan insanlardan böyle modern sanat çalışmaları toplayıp sergiliyorlarmış.
Benzeri 300 iş gelmiş. Bu illüstrasyon da onlardan biri.
Anadolu’da evlerin duvarlarına asılan bir Kabe halısında Kabe’nin yerine yine Anadolu’da duvarlarda görünen bir Şahmaran yerleştirilmiş, etrafına dört LGBTİ bayrağı konulmuş. Böylece Kadın ve LGBTİ hakları mesajı veriliyormuş.
Protesto edilen meseleyle ilgisiz, dindarları rencide edeceği açık, haksız bir Rektör ataması meselesine karşı çıkanları zor durumda bırakacağı belli amatör, kötü bir çalışma.
Kime ait olduğu belirsiz. Ama tutuklanan öğrencilere ait olmadığı kesin.
Onların suçu bunu açık hava sergilerine asmak. Asmaya çalışırken de bir ara bunu yere koymak.
Tam bu sırada bir kamerayla görüntülenmişler.
Önce Kabe’nin resmini yere koymakla başlayan haberler, illüstrasyondaki bir dindarı rencide edecek içerikle sürdü.
Eğer videoya çekilip sosyal medyada dolaştırılmasaydı, üniversite kapısından geçen bir kaç bin kişinin göreceği, anlaşılmaz bir sanatsal çirkinlik olarak kalacaktı.
Protestolarla alakasız, insanları rencide eden bu çalışmaya Boğaziçi Üniversitesi’nde dindar öğrencilerin oluşturduğu ve rektör atamasına da karşı çıktıkları için iktidar çevrelerinden yoğun eleştiri alan BİLSAK medeni sınırlar içinde tepki gösterdi.
Tartışma burada bitebilirdi.
Bu gençlere hak ararken bu empati yoksunluğunun yanlış bir şey olduğu, protestolara zarar verdikleri, Boğaziçi’ndeki dindar arkadaşlarını rencide ettikleri anlatılabilirdi. Üniversitenin amacı da bu zaten.
En fazla dini değerle hakaretten bunu yapan ve sergileyen kişiler hakkında soruşturma açılabilirdi.
O soruşturma da 1 yıldan az hapis cezası hükmettiği için gözaltı ya da tutuklama olmadan mahkemesi devam ederdi.
Ama böyle olmadı.
Sosyal medyada başlayan, klasik medyaya taşınan linç, Boğaziçi’nde süren rektör tartışmasında, büyük tepki alan rektör ataması meselesinde zor durumda kalan iktidar cenahının haklılık saldırısına dönüştü.
İçişleri Bakanı, “4 LGBT sapkınının gözaltına alındığını” açıklayarak yine polis gözaltısıyla yürek soğutma faaliyetine girişildi.
Halbuki, gözaltına alınanlar resmi yapanlar değil, asanlar.
Her ne kadar İstanbul Valisi, ev aramalarında LGBTİ bayraklarının ‘ele geçirildiğini’ açıklasa da LGBTİ olduklarına dair bir bilgi de yok.
Yani çok muhtemelen devletimiz “4 LGBT sapkını”nı değil, 4 heteroyu gözaltına aldı.
Gözaltına alındılar ama TCK 216’ın üçüncü fıkrası yani “dini değerleri alenen aşağılama”ya yaptıkları sokulsa bile, 6 aydan 1 yıla kadar hapis cezası olduğu için bu maddeden tutuklu yargılama da mümkün değildi.
Ama bu arada Diyanet İşleri Başkanı, Adalet Bakanı, Meclis Başkanı, bakanlar, milletvekilleri, Cumhurbaşkanı danışmanları hatta tabii ki RTÜK başkanı dahi tweetler atarak hükmü çoktan vermişlerdi.
Hatta yeni atanan rektör bile sosyal medyadaki utanç sessizliğini bu vesileyle bozdu o heyecanla ve içine düştüğü kolonyal vali psikolojisine uygun olarak önce rektörlük yaptığı üniversiteyi hedef alan bir hashtagle olanları kınadı, sonra Metellica dinleyen, eski bir CHP’li ve LDP’li olduğunu hatırlayıp onu silerek hashtagsiz tweet attı.
Bu kadar hükümden sonra mahkeme de hükmünü, genel istek üzerine tutuklayabilmek için “halkı kin ve nefrete tahrik”ten verdi, iki öğrenci tutuklandı, ikisi hakkında ev hapsi kararı verildi. Böylece yine hukuk çiğnenerek yürekler soğutuldu.
Karardan sonra bile tepkiler dinmedi. Öyle ki ülkedeki asayiş ve huzurdan sorumlu İçişleri Bakan yardımcısı “Sabrediyor kuşlar ebabil olmamak için” diye tweet attı.
En son muhafazakar gençlik grupları, Boğaziçi önünde eylemler için çağrı yapmıştı. Bir solcu grup da bu gösterilere karşı eylem çağrısı yapıyordu. Bu arada bu görseli eleştiren Boğaziçili bazı dindar öğrenciler de diğer öğrenciler tarafından okulun iletişim gruplarından çıkarılıp, akademisyenlere ihbar edildi.
En başta öğrenciler arasında kalabilecek, idari soruşturmalarla çözülebilecek, kamu önünde ayıplanacak bir mesele, siyaseten kullanışlı olduğu için öğrencileri karşı karşıya getiren bir olaya döndü.
Üstelik, bunu “kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlike oluşturur mu”, “halkı kin ve nefrete tahrik eder mi” demeden, normalde böyle meseleleri büyütmeden, yayılmadan çözmesi beklenen devlet adamları yaptı.
Mahalledeki çocuk kavgasına karışan büyükler gibi...
Bunu yaparken de hiç de “halkın kin ve nefrete tahrik olmak”ta olduğuyla ilgili bir telaş içinde görünmüyorlardı.
Sonuç itibarıyla kimse bu olaydan bir şey öğrenmedi, yanlışla yüzleşilmedi, herkes birbirine daha fazla bilendi, iki öğrenci de 20’li yaşlarının başında yaptıkları bir hata için hapse girdi.
Şimdi tekrar o maddeyi okuyalım:
“Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır”
Bu olayda bu maddedeki suça en yakın fiil ve eylemleri kim yapmış gibi görünüyor?