Demek ki korkulacak bir şey yokmuş!
1967 yılında Meclis’te İkinci Beş Yıllık Kalkınma Planı görüşülürken ilginç bir olay yaşanmıştı.
Meclis’teki görüşmeleri izleyen, planı hazırlayan DPT ‘nin üst düzey yöneticilerinden Enver Ergun (1984 yılında BM diplomatı olarak görev yaptığı Viyana’da bir ASALA saldırısında şehit edilmişti) birden ayağa kalkmış, kalkınma planı kitapçığını bakanlar kurulu sırasına çarparak “bu geçerse ben istifa ederim” diye bağırıp ve genel kurul salonunu terk etmişti.
Bu alışılmadık olay üzerine Meclis Başkanı hemen oturuma ara verdi.
Arada krizin sebebi anlaşıldı. İkinci Kalkınma Planı’na, İmam Hatip okullarına üniversiteye giriş izni veren bir madde eklenmişti. Ama bu maddenin eklediğini DPT yöneticisi Ergun, ancak kitapçığı karıştırırken tesadüfen fark etmişti.
Bu başarısız korsan girişimin arkasında ise DPT müsteşarı Turgut Özal ve onun DPT’deki yakın ekibinden Hasan Celal Güzel vardı.
Plan, Meclis’te o cümle çıkarılarak kabul edildi.
İmam hatiplere üniversite kapıları ise 15 yıl sonra Kenan Evren tarafından açıldı.
Ama Evren, yeni imam hatip liseleri açılmasına da karışıydı.
1983’den sonra Özal’ın Başbakanlığı sırasında, Cumhurbaşkanı Evren ile hükümet arasında bu yüzden krizler çıkmıştı.
Evren’in bu blokajını, 1985 yılında Milli Eğitim Bakanlığı sırasında Vehbi Dinçerler ilginç bir yöntemle aştı.
Avusturya hükümeti, ülkedeki Türk çocuklarına okullarda din dersini artık Türkçe değil, Almanca vermek istiyordu. Bu yüzden Türkiye’den Almanca bilen din öğretmenleri istemişti.
Dinçerler, bu talebi karşılamak için Almanca eğitim veren bir Anadolu imam hatip lisesi kurulmasını teklif edince, Evren ikna edilmişti.
Böylece 1985 yılında Türkiye’nin ilk Anadolu imam hatip lisesi olan Beykoz Anadolu İmam Hatip Lisesi açıldı.
Ama okul esas şöhretini 1990 yılında taşındığı Kartal’da yaptı; Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi olarak, özellikle de 1994 yılında üniversite sınavında Türkiye birincisi çıkararak...
Bu birincilik laik kesimlerde, ‘imam hatipliler devleti ele geçirecek, kadrolaşacak’ korkularını depreştirmiş, 28 Şubat sürecinde askerlerin ilk işi de katsayıyı geri getirerek imam hatiplerin üniversite yolunu kapatmak olmuştu.
Neyse ki AK Parti iktidarında bu engeller kaldırıldı.
Artık her yerde imam hatipler, Anadolu imam hatipler var, bu okullarda milyonlarca öğrenci okuyor.
Bu okullar içinde puanları en yüksek olanı, iyi üniversitelere en çok öğrenci yerleştireni ise Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın oğlu Bilal Erdoğan da bu okuldan mezun.
Kartal İHL, geçen hafta Sözcü gazetesinin manşetindeydi.
Habere göre THY’de aralarında yönetim kurulu üyeleri ve müdürlerinden de olduğu üst düzey 78 görevli, Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunuymuş.
Bir kurumda tek bir lise kökenli bu kadar çok üst düzey görevli olması tabii ki tuhaf ve dikkat çekici.
Ama şimdilik pek de şaşırtıcı olmayan meselenin o kısmını bir tarafa bırakalım.
Acaba geçen hafta gazetelerinde bu haberi okumuş Sözcü okurları, bir hafta sonra televizyonlarında ya da internette bu imam hatip lisesinin mezunları tarafından yönetilen THY’nin 10 Kasım için hazırladığı özel anma reklamını görünce ne düşündüler?
Bu yılın en dikkat çekici 10 Kasım reklamlarından biriydi THY’ninki.
Kamera bulutların arasında uçarken, bir anda gökyüzünde Atatürk’ün mavi gözleri çıkıyor. Ve ekrana bir yazı geliyor; “Koca gökyüzünü gezdik de, böyle güzel mavi görmedik.”
Herhalde THY’yi Kartal Anadolu İmam Hatipliler değil, Robert Kolejliler ya da Galatasaray Liseliler yönetseydi, 10 Kasım’da onlar da böyle bir reklam yaptırırlardı.
Reklamı ilk olarak Hürriyet yazarı Ertuğrul Özkök’ün Instagram hesabında gördüm. O da çok beğenmiş.
Ne kadar ilginç, artık “Türk basınının amiral gemisi” Hürriyet gazetesini de bir imam hatip mezunu yönetiyor.
Bundan 20 yıl önce 28 Şubat günlerinde biri çıksa, 20 yıl sonra Hürriyet gazetesinin genel yayın yönetmeni imam hatipli olacak deseydi herhalde kimse inanmazdı.
Hele bu ismin, zor 28 Şubat günlerinde her akşam Kanal 7 haberlerinde başta Hürriyet olmak üzere devrin militarist laikçi medyasının haberlerini yerden yere vuran Ahmet Hakan olacağı söylense, herhalde herkes iç geçirir, bunun ancak önyargılardan kurtulmuş, birlikte yaşama ideallerinin güçlendiği tabuların yıkıldığı demokratik bir Türkiye’de mümkün olabileceğini söylerdi.
Peki bir zamanlar dindarların kapısından giremediği THY’yi ve Hürriyet gazetesini bugün imam hatiplilerin yönettiği Türkiye böyle bir Türkiye mi?
Herhalde aklı başına olan kimse bugünkü Türkiye’nin önyargılarından kurtulmuş, tabuların yıkıldığı, toplumsal uzlaşmanın arttığı, demokratik bir ülke olduğunu iddia edemez.
Zaten bu değişimler de ülkenin normalleşmesinin, demokratikleşmesinin sonucunda olmadı, iktidar gücünün, sopasının sayesinde oldu.
Yani ortada dindarlar için elde edilmiş sosyolojik bir zafer yok.
Hürriyet gazetesi yine iktidarın yanında, logosunun yanında hala Türkiye Türklerindir yazıyor, yeni genel yayın yönetmeni de “Çizgilerini koruyacakları”nı vaad ediyor. THY’nin kapıları bu kez başka kesimlere kapalı, muhalif gazeteler uçaklarda dağıtılmıyor ve 10 Kasım’da da karşımıza bir zamanlar çok eleştirilen türden Atatürk’ü tabulaştıran, olağanüstüleştiren bir reklamla çıkılıyor.
Peki artık imam hatiplilerin yönettiği bir THY’nin böyle bir 10 Kasım reklamı yapması normalleşme değil mi?
Normalleşmeden çok buna normale teslim olmak demek herhalde daha doğru olur.
AK Parti 17 yıldır iktidarda ve bu iktidarın imkanlarıyla dindarlar da resmi ve özel pek çok kurumu yönetiyor, medyaya, üniversitelere hakim.
Ama bütün bu iktidar gücü ve imkanlarıyla 17 yılın sonunda herkesi heyecanlandıracak bir ortak gelecek tasavvuru, yeni bir toplumsal uzlaşma zemini, siyaset ve norm ortaya konamadı.
Yeni anayasa girişimleri, açılımlar, demokratikleşme paketleriyle buna yaklaşıldığı zamanlar oldu ama sonra bu yolların hepsinden sapıldı, bir alternatif yol da inşa edilemedi.
İnşa edilemediği gibi, iktidarın yapıp, ettiklerine tepki olarak toplumun bir kısmı da eski bildiği yollara geri döndü.
Toplumlar ve bireyler, gelecek korkusunun arttığı, umudun azaldığı, çözümlerin tıkandığı böyle kaotik, belirsiz zamanlarda en sağlam, en bildikleri değerlere tutunurlar.
Bugün bütün yıkıntılar arasında milliyetçilik ve Atatürk toplumun tutunacağı dallar olarak kaldı.
Muhalifler için milliyetçilik ve Atatürk, hala meşru ve güvenli bir muhalefet imkanı veriyor. Çare olarak Atatürk’ü yüceltmek de devleti ele geçirmiş güçlü bir iktidar karşısında hala bu ülkedeki sahiplik iddiasına devam etmek demek.
İktidar da devletin sahibi olarak milliyetçiliği ve Atatürk’ü muhaliflere bırakmıyor. Bir zamanlar CHP’yi statükocu, bağnaz olmakla suçlayan AK Partililer, bugün artık CHP’yi yeterince Atatürkçü ve milliyetçi olmamakla suçluyorlar.
17 yıllık iktidarın sonunda, Türkiye uzun yıllar önce tartıştığı, aştığı fikirlere, tabulara geri döndü. Eski resmi ideolojinin İslami bir versiyonu, yeni resmi ideoloji haline geldi.
Atatürk’ün özel hayatına belden aşağı saldıran, tarihsel başarılarını bile örtmeye çalışan amatör alternatif tarih, resmi tarih karşısında yenildi.
Yani ortada bir zafer yok, hatta bir hezimet olduğu bile söylenilebilir
THY’yi yöneten imam hatipliler de bundan 10 yıl önce izleseler akidevi olarak rahatsız olacakları, klişe ve abartılı bir 10 Kasım reklamından fazlasını yapamadılar.
Yani günün sonunda laiklerin yarım asırlık imam hatip korkuları boş çıkmış oldu.
Zarf ele geçirildi ama mazruf aynı kaldı.