Cumhuriyet’in “kurucu değerleri”ne aykırı bir atama…
Geçen haftanın en önemli haberlerinden biri bir kaymakam atamasıydı.
Haberi neredeyse bütün medya kuruluşları şöyle verdi:
“Cumhuriyet tarihinde bir ilk: Türkiye Ermeni toplumundan Berk Acar kaymakam olarak atandı.”
Geçtiğimiz yıl kaymakamlık sınavını kazanan 27 yaşındaki Berk Acar, girdiği mülakatta da başarılı olmuş ve Denizli'nin Babadağ ilçesine kaymakam olarak atanmıştı.
Habere neredeyse görünürde hiçbir tepki yoktu. Herkes bu atamadan memnun görünüyordu.
İyi niyetli yorumcular bunun geç kalınmış bir adım olduğunda hem fikirdi .
O yüzden kimse bir Ermeni kaymakamı atamanın neden Cumhuriyet’in ancak 99. yılında mümkün olabildiği sorusunu sorup can sıkmak istemedi.
Aslında haberlerde söylendiği gibi bu Cumhuriyet tarihinde bir ilkti ama Türkiye tarihinde bir ilk değildi.
1876 yılında yürürlüğe giren Kanuni Esasi’nin 8. maddesi eşit vatandaşlığı getirmişti.
“Devleti Osmaniye tabiyetinde bulunan efradın cümlesine herhangi din ve mezhepten olur ise bila istisna Osmanlı tabir olunur ve Osmanlı sıfatı kanunen muayyen olan ahvale göre istihsal ve izale edilir.”
19. madde ise Osmanlı tebaasına mensup herkesin ehliyet ve kabiliyetlerine göre memuriyetlere kabul edileceğini hükme bağlamıştı:
“Devlet memuriyetinde umum tebaa ehliyet ve kabiliyetlerine göre münasip olan memuriyetlere kabul olunurlar.”
Bu hüküm 1883 tarihli Memurin Mülkiye Terakki Tekaut Kararnamesi ile de yasal olarak güvenceye alındı.
Madde kayıt üstünde kalmadı.
Osmanlı’da modern bürokrasinin oluştuğu 19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren Ermeni, Rum, Yahudi memurlar devlette görev aldılar.
Bakanlar, saray görevlileri oldu.
1879 yılında Sayıştay’ın öncülü olan Divan-ı Muhasebat’ın başına Ohannes (Çamiç) Efendi tayin edilmişti. Kurumun dairelerinin yöneticileri arasında Edvars Efendi, Hüdaverdi Ohannes Efendi ve Kastro Bey de vardı.
1912 yılındaki resmi bir kayda göre ülkedeki emekli 10.146 memur arasında 465 gayrimüslim Osmanlı vatandaşı bulunmaktaydı.
Bu memurlar arasında kaymakamlar da vardı.
Hala Kahramanmaraş Göksun Belediyesi’nin sayfasında duran bir tarihçeden okuyalım:
“Göksun’da 17365 Türk ve 3455 gayrimüslim olmasına rağmen buraya Ermeni Emanuel Efendi kaymakam tayin edilmişti. 1915 yılı Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı’nda çeşitli cephelerde savaştığı yıldı. Ayrıca 1915 yılında Ermeniler İtilaf Devletleri’nin işini kolaylaştırmak için Maraş bölgesi dâhil çeşitli yerlerde isyan etmişlerdi. Bu hassas zamanda stratejik bir yer olan Göksun’da Ermeni birinin kaymakam olması çok düşündürücüydü. Buna rağmen Ermeni kökenli kaymakam görevden alınmamıştı. Fakat Kaymakam Emanuel’in yolsuzluk yaptığı ihbar edildi. Bunun üzerine Dâhiliye Nezareti tarafından soruşturma başlatıldı. Soruşturma sonunda suçu sabit bulunduğundan kaymakam görevden alındı ve yerine 19 Ocak 1915’te Silivri kaymakamlığından ayrılan Galip Bey tayin edildi.”
Fakat bu durum savaş ve kötü tecrübeler sonrası Cumhuriyet’le değişti.
1926’a kabul edilen 788 sayılı Memurin Kanunu’nun dördüncü maddesi şöyleydi:
“Memur olabilmek için aşağıdaki şartları haiz olmak lazımdır :
A - Türk olmak,
B - Hukuku siyasiyesine sahip olmak,…”
Her ne kadar 24 Anayasasında Türk olmak Türkiye’ye vatandaşlık bağıyla bağlı olmak demekse de fiiliyatta kanun metindeki “Türk olmak” vurgusunun gereği yapıldı, sadece gayrimüslimlere değil, Türk olmayan diğer unsurlara da devlet kadroları kapandı.
30’lı 40lı yıllarda Cumhuriyet gazetesinde yayınlanan askeri lise ilanlarında “gerek kendisinin, gerekse ailesinin Türk ırkından olması”, “alınacak talebelerin öz Türk ırkından olması” gibi şartları görmek o yıllarda sıradandı.
1928 yılında çıkarılan Vatandaşlık Kanunu’nda kan bağı ve Türklük vurgusu sürdü.
30’larda Türk Tarih Tezi, Güneş Dil Teorisi resmi ideoloji haline geldi, özellikle Türkçe konuşmayan muhacirler ve azınlıklara karşı baskılar arttı, sık sık “Vatandaş Türkçe konuş” kampanyaları yapılmaya başlandı.
1937’de İçişleri Bakanı Şükrü Kaya tarafından başlatılan “Türkçe konuş” kampanyasına destek veren liberal Ahmet Emin Yalman’ın Tan gazetesindeki çıkan bir başyazı bu Türkçü dalganın ötekisinin sadece gayrimüslimler olmadığını gösteriyordu:
“Memleketin her yerinde itiraz uyandıran mesele, muhacir sıfatıyla hariçten memlekete gelen vatandaşların Rumca, Boşnakça, Arnavutça, Çerkesçe gibi lisanlar konuşmalarıdır. Memleketin siyasi ve içtimai birliği ve ahengi namına bunla en şiddetli tarzda mücadele etmek zaruridir. Memleketin pek çok yerinde çirkin mozaik vaziyetine tesadüf ediliyor. Inkilap Türkiyesinde bu mozaik vaziyetinin en kısa bir zamanda tasfiyeye uğratılması bir zarurettir.”
Bu resmi “Türkçe konuş” kampanyasına ve Tan’daki sert başyazıya, birkaç gün sonra dönemin Yahudi cemaati başkanı Marsel Franko, Tan gazetesinde yayınlanan bir mektupla hem destek verdi hem de itiraz etti:
“Manen sürgünlük hissine kapılarak sessiz, sadasız ruhları sızlayan bu yurttaşlar yarım vatandaşlıktan, misafirlikten, kanuni medeni Türklüğünden, manevi yurttaşlığa ulaşmağı rejimin normal bir tecellisi olarak beklemekte haklıdırlar.”
Ama “Biz neden devlet memuru olamıyoruz?” diye sorgulayan Musevi Cemaati liderinin Türkçe konuşma kampanyasına verdiği güçlü destek memur yasağının kalkmasını sağlamadığı gibi, kendisini bile yarım vatandaşlıktan kurtarmadı, bir süre sonra o da yurtdışına göç edenler kervanına katıldı.
1935 yılından itibaren Meclis’e gayrimüslim mebuslar da girmesine rağmen, gayrimüslimlere devletin kapıları açılmadı.
Türkiye’deki azınlık cemaatlerinin desteğini alan DP iktidarı döneminde bile Memurin Kanunu’nun değişmesi için adım atılmadı.
Konu bir kez de 1960 darbesi sonrası hazırlanan 61 Anayasası’nın Temsilciler Meclisi’ndeki görüşmeleri sırasında gündeme geldi. Darbeciler her meslekten ve toplumsal kesimden temsilciler seçtikleri meclise azınlıklardan da birer temsilci almışlardı.
Rum cemaatini temsil eden avukat Kaludi Laskari, iddialı Anayasa’nın eşit vatandaşlığı düzenleyen 12. Maddesi konuşulurken söz aldı:
“Bendenizin dokunmak istediğim mesele, memleketimiz için ve memleketimizde yaşıyan efrat için için mühim olan 12’nci maddedir. 12’nci madde insan haklarından ruh ve mâna alınarak konmuş demektir. Müsaade ederseniz maddeyi okuyayım. Madde 12. — Herkes, dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşümce, felsefi inanç, din ve mezhep ayinimi gözetilmeksizin, kanun önünde eşittir. ; Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz. Bu madde beynelmilel hukuka uygundur ama herkes kanun muvacehesindeki vecibelerine göre eşittir, bu madde bütün Türk vatandaşları eşittir denseydi bu madde bize de aid olacaktı, yani aynı hakları getirecektir. 12’nci madde, bu maddenin mefhumunu iyice anlatmaktadır. Ben Türk, rüştiyesini, idadisini bitirdim ve zabit oldum, genç yaşımda harbe girip kanımı akıttım. Ondan sonra da Hukuk Fakültesini bitirdim. Elimdeki nüfûs tezkeresinde Rum ırkın-, dan diyor. Farz edelim, benim yaşım 35 olsa, İstanbul Belediyesine müracaat etsem, beni çöpçü onbaşılığına tâyin et desem, Rum ırkından olduğum için tâyin etmez. İdare bunu böyle tatbik etmiştir. Bu, bu memlekette ve burada yaşıyan gayrimüslimler için çok zararlar vermiştir ve zararlar vermektedir. Ben muhterem komisyondan ırk ayırımı olmaksızın sözünden ne anladığını öğrenmek istiyorum. Çünkü oğlum askere gidiyor, zabit oluyor. Harbe giriyor; ölüyor. Ailesi şehit aylığı alıyor. Türk ordusu her hangi bir ferde, vatandaşa en büyük şerefi tanıyor, nişanını veriyor, gereken alâkayı gösteriyor. Fakat ordudan çekildikten sonra, ben hukuku bitirdim, beni müddeiumumi tâyin edin, zabıt kâbiti tâyin edin dediğim zaman; hayır seni tâyin edemeyiz, sen başka ırktansın deniyor.”
Bu konuşma üzerine söz alan Anayasa Komisyonu sözcüsü Muammer Aksoy, Kasım Gülek Türkiye’de asla ırkçılık olmadığını, Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının ırk üzerine kurulmadığını anlattılar, “geçmişte bazı yanlışlar yapıldığını ama artık bunların geride kaldığını” söylediler ama sonuç yine değişmedi.
Gayrimüslimler bu devirde de memur olamadılar.
Yeni Anayasa’nın bu maddesi üzerine o günlerde Ulus Gazetesi’nde bir yazı yazan gazeteci Bülent Ecevit şöyle demişti:
“Azınlık denen gruplara devlet hizmetinin kapılarını açmak eşitliğin kesin şartıdır. Bu şartt yerine getirilmedikçe azınlık denen gruplardan devlete karşı beklenen sorumluluk duygusu, bu duyguyu yalatıp geliştirecek başlıca unsurdan yoksun olacaktır.”
Bu satırları yazan Ecevit, 12 yıl CHP genel başkanı ve başbakan oldu ama onun iktidarı döneminde de azınlıklara devletin kapıları açılmadı.
Azınlıklara devletin kapılarının açabilecek en ileri adım 1965 yılında Suat Hayri Ürgüplü’nün başbakanlığındaki CHP-AP-YTP-CMKP büyük koalisyonu döneminde çıkarılan ve hala yürürlükte olan 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nda atıldı. Memurluj için 1926’daki Memurin Kanunu’nda aranan “Türk olmak” şartı “Türk vatandaşı olmak” ile değiştirildi.
Ama bu değişiklik de sonucu değiştirmedi.
Azınlıkların memur olamamasının eşitliğe aykırı olduğu konusu daha sonra da zaman zaman kısık seslerle de olsa tartışıldı.
Ama göstermelik olarak bile bir azınlık mensubunu görünür bir memuriyet kadrosuna atamayı kimse başaramadı.
Nihayet AK Parti iktidarında hızlanan AB süreci ile azınlıklara yönelik ayrımcılıkları giderecek adımlar atıldı.
Bunlardan en ciddisi azınlık vakıflarının devlet tarafından el konan mallarının iade edilmesini yolunu açan 2008 Vakıflar Yasası oldu.
Meclis’te yasaya en şiddetle direnen parti CHP oldu.
CHP adına grup başkanvekili olarak kürsüye çıkan Kemal Kılıçdaroğlu şöyle dedi:
“Türkiye’de bazı cemaat vakıflarına, Avrupa Birliği istedi diye bu koşulları getiremeyiz. (...)Onların arkasında, bütün o grupların, sermaye gruplarının, dini grupların olduğunu kimse bilmiyor mu? Devletlerin olduğunu kimse bilmiyor mu? Biz bu Parlamento’yu niye topladık arkadaşlar; Avrupa Birliği’nin dayatması üzerine topladık. Dayatıyorlar. Siz diyebilir misiniz bu Parlamento’nun özgür iradesi var?! Size diyorlar ki, şu tarihte toplanıp şu tarihe kadar bu kanunları çıkaracaksınız.”
CHP adına Kılıçdaroğlu ve iki milletvekili yasayı Anayasa Mahkemesi’ne de taşıdı.
Ve nihayet 2009 yılında beklenen haber geldi:
“Devlette görev alacak ilk Ermeni”
“Adı Leo Süren Halepli... Avrupa Birliği Genel Sekreterliği uzmanlık sınavını kazandı. Mülakatta da başarı sağlarsa yıllar sonra devlette görev yapan ilk Ermeni asıllı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olacak.”
Beş dil bilen Halepli mülakatı da kazandı tam atanacaktı ki sınavı kazanamayan bir kişi 40 kişilik atama kararını idari mahkemesine götürüp yürütmeyi durdurma kararı verdi.
AB Genel Sekreterliği karara Danıştay’da itiraz etti. Danıştay ancak iki yıl sonra yürütmeyi durdurma kararını bozdu.
Sekreterlik, iki yıl önce mülakatı geçen aralarında Leo Halepli'nin de olduğu 40 kişiyle yeniden irtibata geçti ve kendisine AB Uzmanı olarak atamasının yapıldığını bildirdi.
Ama 'düşünüp kararımı vereceğim' diyen Halepli, düşündü ve yurtdışına gitmeye karar verdi.
Atama yapılamadı. 1981 doğumlu Halepli geçen yıl 40 yaşında kalp krizinden hayatını kaybetti.
Ve nihayet 2022 yılında, Cumhuriyetin 100. yılına bir kala ilk Ermeni kaymakam atanabildi.
Akdamar Kilisesi’nde ve Sümela Manastırı’nda ilk ayinlerinin ancak Cumhuriyet’in 87. Yılında, 2010 yılında yapılabildiği gibi.
Türkiye Cumhuriyeti tarihinde inşasına izin verilen ilk kilisenin temelinin ancak Cumhuriyetin 96. yılında 2019 yılında atılabilmesi gibi.
Cumhuriyet’in gayrimüslim vatandaşların laikliğin temeli olan haklarıyla ilgili bir asırlık gecikmesini telafi etme işi, az kalsın laikliğe karşı eylemlerin odağı olduğu iddiasıyla kapatılacak AK Parti iktidarına nasip oldu.
Bugünlerde Türkiye’ye ortak bir zemin olarak sürekli “Cumhuriyetin kurucu değerlerini referans gösterenler, Cumhuriyetin böyle kurucu değerleri olduğunu da herhalde biliyorlardır.
O kurucu değerlere göre bir Ermeni bugün bile kaymakam olarak atanamazdı.
Cumhuriyetin kurucu değerleri diye bahçenin en güzel çiçeklerinden demetler yaparken, bir kısmı hala ele batan ve can yakan bu dikenleri de akıldan çıkarmamak, tarihi tarihte bırakmayı öğrenmek, bugünün daha kesif başka ayrımcılıklarıyla mücadele etmek varken, bugün için hiç de iyi bir referans olmayacak geçmişi kurucu değer olarak yüceltmeyi bırakmak gerek.
Kaymakam Berk Acar’a ve Babadağlılara hayırlı olsun