Cumhurbaşkanlığı Sistemi: Neye niyet, neye kısmet!
Geçen hafta yapılan AK Parti Genişletilmiş İl Başkanları toplantısının basına kapalı bölümünde konuşulanlarla ilgili Habertürk’ten Muharrem Sarıkaya dikkat çekici bir kulis yazısı yazdı.
Yazıya göre kapalı toplantıda söz alan AK Partili il başkanları yana yakıla illerindeki valiler, kaymakamlar ve bürokratlardan dert yanmışlar:
“Hükümetimizi kurduktan sonra, Genel Müdür, Daire Başkanı olabilmek için onlarca kez kapımıza gelen, bizi ataması için her gün defalarca arayan kişiler, şimdi bayramda, resmi, törenlerde benim 10 adam önümde duruyor. İşe girmesin, atamasını sağladığım kişi en önde, ben en arkada yürüyorum; dönüp bir de küçümseyerek bakıyor. Telefonumuza çıkmıyor, randevu vermiyor…”
Toplantıda söz alanlardan biri de AK Parti Yozgat İl Başkanı Çelebi Dursun’muş. İl Başkanı da Yozgat Valisi’nden şikayetçiymiş:
“Vali, iki kaymakamı yanına çağırıp ‘Bundan böyle siz siyasi hiçbir kişi ile görmeyeceğim’ talimatını veriyor. Kaymakamlar yüzümüze bakmıyor.”
İlk bakışta bu şikayet Vali’nin kaymakamları siyasi baskılardan uzak tutma çabası olarak takdir edilebilirdi.
Tabii aynı Yozgat Valisi’nin bundan 15 gün önce, 15 Temmuz anma toplantısında yaptığı şu konuşmayı bilmiyor olsaydık:
“Tayyip Erdoğan parti kurdu. O zaman dediler sen genel başkan olamazsın. Muhtar bile olamazsın. Ama mübarek 2002’de 2 Kasım’da iktidara geldi. Biliyorsunuz milletvekili olmadığı için Başbakan değildi. Başbakan yapmadılar. Ondan sonra baktılar iş kötüye gidiyor. Ya biz iyice perişan olacağız, şuradan Siirt’ten falan bir şeyler çıkartalım, bir boşluk oluşturalım, bu adamı Meclis’e almazsak iyice başımıza bela olacak dediler. Muhtar olamaz dedikleri adam gün geldi Başbakan oldu...”
Aslında AK Parti Yozgat İl Başkanı’nın şikayet ettiği, Yozgat Valisi’yle artık rollerinin çatışmaya başlaması.
Eski sistemde tarafsız Cumhurbaşkanı’nın ildeki karşılığı, tarafsız valilerdi.
Her ne kadar İçişleri Bakanı’na bağlı olsalar da atamaları son olarak Cumhurbaşkanlığı tarafından yapılan valiler ve kaymakamlarla illerde devleti temsil ederlerdi.
Pratikte valiler iktidarlara yakın olur, il başkanlarıyla zaman zaman çarpık iktidar mücadelelerine girer ama yine de belli bir mesafe korunurdu.
Yeni sistemde valilerin, kaymakamların en üst amiri ve illerdeki görevleri açısından rol modelleri olan Cumhurbaşkanı artık bir partinin genel başkanı.
Yasalara göre valilerin hala tarafsız ve partisiz olması gerekiyor ama böyle bir modelde bir valinin tarafsız kalması artık pek mümkün değil.
O yüzden de artık valiler siyasileşiyor, iktidardaki partinin ildeki en yetkili adamı haline geliyor, bu da il başkanlarının şikayet ettiği çatışmaları doğuruyor.
Daha uygulamanın birinci yılında karşımızda Yozgat Valisi gibi tek parti dönemi modeli valiler var.
Başka illerde de durum farklı değil.
Ankara’da seçilmiş milletvekilleriyle, atanmış bakanlar, üst düzey bürokratlar arasında da benzer sorunlar olduğu duyuluyor.
Ama bu çatışmaların sebebi şahıslar değil, Cumhurbaşkanlığı sisteminin yapısal bir sonucuyla karşı karşıyayız.
Başkomutanı olan Cumhurbaşkanı’nın yemeğine katılan, Cumhurbaşkanı’nın orada bir partinin genel başkanı sıfatıyla yaptığı siyasi konuşmayı izleyen, konuşmanın bir yerinde de alkışlayan Komutanın meselesi de şahsi değil, yapısaldı.
Ama bu yapısal sorunları sadece Cumhurbaşkanı’nı yeniden partisiz hale getirerek çözebilmek de mümkün değil.
Aynı rol çatışmaları, yapısal çarpıklıklar Meclis’te de yaşanıyor.
Güncel bir örnek verelim.
Cumhurbaşkanlığı sistemi için Anayasa’nın 88. Maddesi değiştirildi ve “Kanun teklif etmeye Bakanlar Kurulu ve milletvekilleri yetkilidir. Kanun tasarı ve tekliflerinin Türkiye Büyük Millet Meclisinde görüşülme usul ve esasları içtüzükle düzenlenir” maddesinden “Bakanları Kurulu” ve “tasarı” kelimeleri çıkarıldı.
Böylece eski sistemde Meclis’in iş yükünün yüzde 90’ını oluşturan bakanlıklarca hazırlanan hükümet tasarıları ortadan kalktı, yasama sadece milletvekillerinin kanun tekliflerine bırakıldı.
Bu radikal değişiklik referandumda “Güçlü Meclis, Güçlü Hükümet” diye bir slogana dönüştürülüp, yeni sistemde Meclis’in güçleneceğine delil gösterilmişti.
Hatta yeni sistemi hazırlayan Cumhurbaşkanı’nın hukuk danışmanlarından biri referandum kampanyası sırasında çıktığı bir televizyon kanalında bu değişikliği iddialı cümlelerle savunmuştu:
“Tam tersine Meclis yeni sistemde çok güçleniyor. Yürütmenin, kanun tasarısı sunma hakkı yok. Kanun teklifini sadece milletvekilleri verecek, yürütüme buna katılamayacak. Yani yürütmenin yasama üzerindeki hükümranlığına son verilmiş olacak. Bu parlamentoyu özgürleştirir.”
Peki uygulamada nasıl oldu?
BBC Türkçe’den Onur Erem’in Resmi Gazete’de yaptığı araştırmaya göre Meclis’te Haziran 2016 ile Haziran 2017 arasında 314 kanun görüşülürken, bu sayı yeni sisteme geçildikten sonra Haziran 2018 ile Haziran 2019 arasında 34’e düştü. Aynı dönemde içinde 1600’ü aşkın madde bulunan 39 Cumhurbaşkanlığı kararnamesi çıkarıldı.
Ama yeni sistemdeki esas aksaklığı görmek için TBMM’den geçen son büyük yasa olan “Askeralma Kanun Teklifi’ne bakmak yeterli.
Türkiye’deki askerlik sistemini tümüyle değiştiren, milyonlarca insanın ilgilendiren bir yasadan bahsediyoruz.
Meclis’e gelen kanun teklifinin altında Anayasa’ya uygun olarak milletvekillerinin imzaları var.
Kanunu ilk imzalayan milletvekili de eski bir hava tuğgeneral olan AK Parti İstanbul Milletvekili Şirin Ünal.
Konuya hakim bir isim olarak kanun teklifini hazırlayanlardan birinin o olduğunu düşünmekte haklıyız.
Ama gerçek, teklifin görüşüldüğü Milli Savunma Komisyonu zabıtlarını okuyunca karşınıza çıkıyor.
https://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/komisyon_tutanaklari.goruntule?pTutanakId=2302
Komisyon eski Milli Savunma Bakanı ve AK Parti Sivas milletvekili İsmet Yılmaz’ın başkanlığında toplanmış.
Başkan, teklifin görüşülmesine geçilmeden önce komisyonda ilk sözü teklif sahibi olarak Ünal’a vermiş.
Ardından milletvekillerine söz vermeden iki kişiye daha söz vermiş; İki Savunma Bakan yardımcısına.
Bu iki isim eski AK Parti milletvekilleri ama şimdi seçilmiş değil, atanmış bir pozisyondalar.
Ama orada olmaya hakları var.
Cumhurbaşkanlığı sistemine geçildikten sonra, yapılan Meclis İç Tüzüğü değişikliğiyle, sisteme göre Meclis’e adım atmamaları gereken cumhurbaşkanı yardımcıları, bakanlar ve bakan yardımcılarına komisyonlara katılıp, söz alabilme hakkı verildi.
Ama tutanaklara bakılırsa iki bakan yardımcısı komisyonda gözlemci değil, teklifin sahibi gibi konuşmuş.
Ardından geçilen görüşmelerde de milletvekillerinin kanun teklifiyle ilgili sorularına, kağıt üstünde teklifi hazırladığı görülen milletvekilleri değil, bu iki bakan yardımcısı ve Savunma Bakanlığı bürokratları cevap vermiş.
Aslında son dönemde eğer torba kanun değilse, Meclis komisyonlarındaki bütün yasa görüşmeleri böyle oluyor.
Çünkü yeni sistemde yasa yapma hakkı milletvekillerine verildi ama bu yasaları hangi kadrolarla, nasıl yapacakları ortada kaldı.
O zaman da çalışan eski sisteme de-facto olarak geri dönüldü.
Cumhurbaşkanlığı sistemi yasaları milletvekilleri hazırlar dese de, örneğin Askeralma Yasası’nı Savunma Bakanlığı, Sinema Yasası’nı Kültür Bakanlığı hazırladı.
Ama anayasa gereği böyle bir yetkileri olmadığı için bu hazır yasaların altına bu yasalarla ilgili olabilecek vekiller imza attılar.
İç Tüzük’te yapılan değişiklikle de bakanlar olmasa da bakan yardımcıları komisyonlara gelip, bakanlıklarda hazırladıkları yasalarla ilgili milletvekillerinin sorularına cevap verdiler.
Böylece daha birinci yılını doldurmadan çalışmayan yeni sisteme kaçak katla eski sistem monte edildi.
Ülkenin en kritik meseleleriyle ilgili yasa yaparken, milletvekilleri kendi hazırlamadıkları yasaların altına imza attılar.
Ve günün sonunda da Meclis’te seçilmiş vekillerin muhatabı, eski sistemdeki gibi seçilmiş bakanlar değil, atanmış bakan yardımcıları ve bürokratlar oldu.
Halbuki, eski sistemden yeni sisteme geçişin ana motivasyonu seçilmişlerin üzerindeki atanmışların vesayetini bitirmekti.
Bazıları küçümsese de Türkiye’nin 27 Mayıs’ın kurduğu sistem yüzünden bir milli irade ve vesayet meselesi vardı.
Seçilmiş iktidarları, Cumhurbaşkanı, ordu ve yargı eliyle kontrol eden bir sistem kurulmuştu.
Eski Türkiye’yi özleyenler hala bu sistemi kuvvetler ayrılığı zannediyor.
Halbuki bu, modern demokrasilerdeki kontrol ve denge mekanizmalarıyla ilgisiz, Türkiye’ye özgü güç ilişkilerine dayanan çarpık bir kuvvetler ayrılığıydı.
Zaten bu çarpık vesayet sisteminin yarattığı sorunlar yüzünden de seçimle iktidara gelmiş Özal, Demirel bir aşamadan sonra işlerin tıkandığını görmüş ve başkanlık sistemini tartışmaya açmıştı.
Aynı baskıyı ve tıkanıklığı bizzat tecrübe eden AK Parti de en başta başkanlık sistemini bu vesayetçi sisteme karşı, siyaseti güçlendirmek için savunmuştu.
Ama bu niyetlerle çıkılan yolda hazırlanan Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile geçen bir yılın sonunda elimizde parti il başkanına dönüşmüş valiler, siyasetçilerin telefonlarına çıkmayan bürokratlar, hazırlamadıkları yasaların altına imza atan, atanmış bakan yardımcılarıyla muhatap olan milletvekilleri var.
Aynı zamanda bir parti lideri olan Cumhurbaşkanı Meclis’i özel balkonundan izlerken, seçimlerde rakibi olan diğer parti liderleri aşağıda oturuyor. En son bu yüzden 15 Temmuz anma toplantısında hiçbir parti lideri konuşmadı.
Ve bu daha sistemin henüz oturmamış hali.
Verdiği son kararlarla elde kalan son kontrol ve denge mekanizması olan Anayasa Mahkemesi’nde, hak ihlal kararı veren üyelerin çoğunun cumhurbaşkanlığı sisteminden önce atanmış üyeler olması da gidişat hakkında fikir veriyor.
Vesayet odaklarını bitirmek iddiasıyla getirilen Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile devlet siyaset karşısında, atanmışlar seçilmişler karşısında güçlendi.
Çarpık bir kuvvetler ayrılığı sistemi ortadan kaldırılmaya çalışılırken, mevcut kontrol ve denge mekanizmaları da tümüyle bozuldu. Neye niyet, neye kısmet...