'Çökmekte olan' Batı'dan bir ahlak tartışması
Türkiye yine milli sporlarından biri olan “ahlaksızlıktan çökmekte olan Batı medeniyeti”ni konuşuyor.
Türkiye’den bakınca yüzde 40’lara varan dinsizlik oranı, yüzde 60’lara varan evlilik dışı çocuk sahibi olma oranlarıyla her an çökmesi gereken Fransa ise günlerdir bir kitap üzerinden çok sert bir ahlaki tartışma yapıyor, geçmişini sorguluyor.
Ocak ayının hemen başında çıkan kitabın adı Le Consentement yani Rıza. 47 yaşındaki yazar, yönetmen Vanessa Springora, kitapta 1980’li yılların ortalarında henüz 13-14 yaşındayken, o günlerde 50’lerinde olan ünlü Fransız romancı ve köşe yazarı Gabriel Matzneff’le yaşadığı ilişkiyi anlatıyor.
1917 Ekim Devrimi’nden sonra Rusya’dan göç etmiş bir aileden gelen Matzneff, 1960’lardan bu yana gazete yazıları, romanları, anı kitaplarıyla Fransız entelektüel elitinin saygın bir üyesi kabul ediliyordu.
Ta ki 2020 yılında 83 yaşındayken kendisi için “çocukluğumun öcüsü”ydü diyen Springora’nın kitabı çıkana kadar...
Aslında Fransız kamuoyunu esas sarsan ünlü bir yazarın 13-14 yaşlarında bir kızla “aşk” yaşadığının ortaya çıkması olmadı. Esas herkesi sarsan ve geçmiş defterleri açtıran bunun bugüne kadar nasıl görmezden gelindiği oldu.
Çünkü Gabriel Matzneff daha 1974 yılında küçük yaştaki kızlar ve erkeklerle yaşadığı ilişkileri “16’ların Altında” adlı bir kitapta anlatmıştı. Kitap ülkenin en prestijli yayınevlerinden 140 yıllık Gallimard tarafından basılmıştı. Hatta 2005’de yeni bir baskısı daha yapılmıştı. 1990 yılında yine aynı çarpık ilişkileri anlattığı bir başka kitabı daha çıkmıştı. 2013 yılında da Fransız devleti ona ülkenin en prestijli edebiyat ödülü olan Renaudot’u vermişti.
Yıllarca süren bu kayıtsızlığı herkesin gözüne sokan ise 1990 yılından kalma bir televizyon programı görüntüsü oldu.
Görüntüler, Matzneff’in 1990 yılında çarpık ilişkilerini anlattığı ikinci kitabı çıktığında, konuk olduğu Bernard Pivot’un Fransız televizyonlarının en ünlü ve itibarlı kültür sanat programı Apostrof’dan. Matzneff programda gülerek, gayet rahat bir şekilde kitabındaki bu ilişkileri anlatıyor, Pivot ve programdaki diğer edebiyat eleştirmenleri de bir sanat eseri dinliyormuşlar gibi, zaman zaman gülerek onu izliyorlar, sorular soruyorlar.
Programda bu hale tek itiraz eden ise Kanadalı yazar Denise Bombardier olmuş. “Kendimi başka bir gezegenden gelmiş gibi hissediyorum. Yazar patetik, yazdıkları da çok sıkıcı” diyen Bombardier, bu arşiv kaydı sosyal medyada mide bulantısı emojileriyle dönmeye başlayınca bir anda kahraman ilan edildi.
Biraz da bu videodaki mide bulandırıcı “normal” ortam sayesinde, tartışmanın merkezi Matzneff’in yediği haltlardan Fransa’nın bir entelektüel kuşağının ahlaki kodları sorgulamaya doğru kaydı.
Matzneff, “Yasağı yasakla” sloganları atılan, Fransa’da doğmuş 68 hareketinin öncü kuşağından bir isim olarak, cinsel özgürlüğün önündeki tabuların da yıkılması gerektiğini savunan bir entelektüel ortam içinde bu kitapları çıkarmış ve pedofil ilişkilerini bu kadar rahat biçimde anlatmıştı.
Ama bunu yaparken yalnız da değildi.
Matzneff skandalı vesilesiyle geçmiş defterler tekrar açıldı ve 1977’de 80 entelektüelin imzaladığı o açık mektup da tekrar gündeme geldi.
Mektup, 1977 yılında yaşanan Versay Davası’na verilmiş bir tepkiydi. Fransız yasalarına göre 15 yaş altı çocuklarla cinsel ilişkiye girmek suç.
Versay Davası, 1973’de bir çıplaklar kampında 40’li yaşlardaki üç erkeğin, 12-13 yaşlarındaki üç çocukla çektirdikleri çıplak fotoğrafların ortaya çıkmasıyla patlak vermişti.
Fotoğraf üzerine bu üç adam gözaltına alınmış, haklarında beş yıl hapis istemiyle dava açılmıştı. Mahkemeye gelen ikisi kız, biri erkek üç kardeş bu ilişkiye rızalarıyla girdiklerini iddia etmişlerdi.
Dava üzerine Matzneff, Le Monde ve Liberation gazetelerinde yazılar yazarak, bu adamlar hakkında istenen cezayı eleştirmiş, aydınlara buna karşı çıkma çağrısı yapmıştı. Nihayet 1977 yılında Fransa’nın önde gelen 80 aydını Le Monde gazetesinde açık bir mektup yayınlayarak “rıza varsa büyükler ve bluğ çağına gelmiş küçükler arasındaki cinsel ilişkilere ceza verilemez” dedi ve Fransız Meclisi’nden bu cezanın kaldırılmasını, tutuklanan bu üç adamın bırakılmasını istedi.
İmzacılar arasında kimler yoktu ki. Jean-Paul Sartre, Simone de Beauvoir, Roland Barthes, Michel Foucault, Jacques Derrida, Louis Althusser, Gilles Deleuze, Felix Guattari....
http://www.dolto.fr/fd-code-penal-crp.html
Aslında bütün bunlar yıllardır herkesin bildiği sırlardı. 68 ruhunun “yasakları yasakla” anlayışı ile Fransız elitlerinin dokunulmazlığı birleşince, küçük bir azınlık dışında Fransız toplumunu temsil etmeyen bu fikirlere karşı sesler yükselememişti.
Ama kitap ve ortaya çıkan videoyla birlikte, Batı dünyasında taciz, tecavüz, çocuk istismarına karşı yükselen #metoo hareketinin de etkisiyle pandoranın kutusu birden açılmış oldu. Fransa bütün bu geçmişi, geçmişin ahlaki standartlarını acımasız biçimde tartışıyor.
1990’da çekilen programı sunan Pivot, görüntüleri izledikten sonra yaşadığı pişmanlığı “ 80’li yıllarda edebiyat ahlaktan daha önemli görülüyordu” diye açıkladı.
Matzneff’in kitaplarını basan yayınevi 140 yıllık tarihinde ilk kez bastığı kitapları geri toplamaya karar verdi.
Amazon, Matzneff’in kitaplarının kindle versiyonunu sitesinden kaldırdı.
Le Point dergisi Matzneff’in köşesini kapattı.
Fransa Kültür Bakanı, 2013’de Matzneff’e verilen edebiyat nişanının ve ona tahsis edilen konutun geri alınacağını açıkladı.
Bu arada savcılık da devreye girdi ve 83 yaşındaki Matzneff hakkında soruşturma başlattı.
Tartışmanın 2018’de zaten arttırılmış olan çocuk istismarına verilen cezaların daha da artırılması gündemde.
Tartışmaya katılan eski Cumhurbaşkanı Hollande, Matzneff için “kendisini inandırmaya çalıştığı gibi bir çapkın değil, sapık” dedi. Matzneff’in Cumhurbaşkanı iken Papa’yla görüşmesi sırasında Papa oturmadan oturduğu için kendisini saygısızlıkla suçlayan bir yazı yazdığını hatırlattı, 68 ruhunun bu olmadığını” söyledi.
Tartışmalar üzerine Fransız siyaset bilimci Jerome Fourquet’in tespiti iyi bir özet; Artık yeni dünyada elitler için ayrı bir hoşgörü ve dokunulmazlık kalmadı”
Aslında Fransa son örnek. #metoo hareketiyle başlayan ifşaatlarla, ABD’de dokunulmaz olduğu düşünülen Hollywood’un ünlü yapımcıları, yönetmenleri, oyuncuları, zengin işadamları geçmişte işledikleri cinsel istismar veya tecavüz suçları nedeniyle ya tutuklandılar ya da kariyerlerini kaybettiler.
Ahlak kimsenin, hiçbir toplumun tapulu malı değil. Ahlaki ilkeler kitabi olsa da, ahlak kitabi değil, pratik bir eylem. Hayatla sınanarak ortaya çıkıyor.
Her devir kendi ahlaki kriterlerini yaratabiliyor. Toplumlar, insanlar çeşitli tecrübelerle yeniden üzerine düşünerek, kendilerini sorgulayarak ahlaki standartlarını geliştirebiliyorlar.
Bunun için gereken tek bir şey var; açık bir kamusal konuşma ve tartışma imkanı.
Bütün ülkelerde çocuk istismarı, kadınlara yönelik cinsel suçlar yaşanıyor. Ama bazı ülkelerde bunların üstü açılıp, failler suçlanabiliyor, bazılarında ise vakaların üstleri örtülüyor, kimse konuşamıyor.
Günün sonunda bu meselelerini açıkça konuşabilen, kendilerini sorgulayan ve temizlemeye çalışan toplumlar bu tecrübeler üzerine yeni yasalar, yeni ahlaki ilkeler geliştirebiliyor.
Mobbing (yıldırma), bullying (zorbalık) gibi daha önce sorun edilmeyenler, ahlaken sorunlu, kanunlar açısından suç haline gelebiliyor. Sınırlar, mesafeler daha belirginleşiyor, çocukların, kadınların korunması için yasal tedbirler artırılıyor.
Belki her şey açıkça ortaya serilip, konuşulduğu için bu toplumlar dışarıdan ahlaksızlıktan çökmekteymiş gibi görünüyordur.
Ama bütün toplumlarda, kültürlerde yaşanan bu suçları ve sorunları açıkça konuşamayan, hele de itibarlı kurumlar ve kişilerin yaptıklarının yanlarında kar kaldığı, kimsenin çıkıp başına gelenleri açıkça anlatmaya cesaret edemediği, etse bile başına epey işin gelebildiği toplumlar da herhalde dışarıdan güçlü aile yapısına sahip, ahlaklı görünüyordur.
Sadece güçlü aile yapısına sahip olmak da bir toplumu ahlaklı yapmaya yetmiyor. Tanrı’nın varlığına inananların ve evlilik oranlarının Fransa’dan iki kat fazla, boşanma oranlarının iki kat az olduğu Türkiye, 2018 yılı yolsuzluk endeksinde 78’inci sıradayken, Fransa 21’inci sırada.
Yani hangi toplumların ahlaken çöküşte olduğu, hangilerinin geliştiği geliştiğini ancak Allah bilir!
Ama kendisini sürekli sorgulayabilen, açık bir tartışma ortamının olduğu, medyanın ve hukukun herkese dokunabildiği, hakim fikirlerin ve hakim sınıfların sarsılabildiği, değiştirilebildiği toplumların daha ahlaklı olacağını ve daha geç çökeceğini tahmin etmek herhalde zor olmasa gerek...