Nüfusumuz 82 milyon
Türkiye Cumhuriyeti kurulurken Anadolu’da 11 milyon nüfus kalmıştı. Nüfus tarihçisi Justin McCarthy 1914-1922 arasında Anodolu’nun 3 milyon Müslüman kaybettiğini yazar, savaşlar, hastalıklar ve açlıklar sebebiyle.
İki milyon Hıristiyan’ın da tehcir ve mübadele ile Anadolu’dan ayrıldığını hatırlamak gerekir.
Evet “ıssız Anadolu” muhteşem bir zafer kazanmıştı fakat çok yoksul ve yorgundu. 11 milyon nüfusun 800 bini sakattı. Sıtma, verem, trahom gibi hastalıklar yaygındı. Ankara’dan öteye demiryolu yoktu, halkın yüzde 90’ı yoksul köylüydü.
Böyle bir nüfus üzerine kuruldu Türkiye Cumhuriyeti...
Milli Mücadele heyecanıyla yürütülen sıtma mücadelesi erken başarıldı, veremle ve trahomla mücadele ancak 1950 sonlarında başarıya ulaştı.
1933’te 15 milyona çıkması “on yılda on beş milyon” sevinciyle Onuncu Yıl marşında yer almıştı.
Nüfus politikasında aşamalar
1950’de 20 milyon olan nüfusumuz 1960’da 28 milyona, 1980’de 45 milyona çıktı. Gelişen sağlık ve ulaştırma alt yapısı sayesinde Türkiye 1960-80 arasında nüfus patlaması yaşadı.
Atatürk, İnönü ve Menderes nüfus artış politikası izlemişlerdi. Fakat 1970’lerde kendini göstermeye başlayan nüfus patlaması, o zamanın bilgi birikimiyle “nüfus planlaması” çalışmalarına yol açtı. Türkiye’de Diyanet’in İran’da Dini Lider’in fetvalarıyla “nüfus planlaması” politikaları uygulandı.
Yaşlanan nüfusun çalışan nüfus tarafından beslenemeyecek kadar artmasının doğurduğu iktisadi sorunlar ağırlaştıkça dünyada da bakış açısı değişti. Türkiye ve İran şimdi nüfus artış politikası izliyor. İskandinav ülkeleri kadınlara “anne olun” çağrısı yapıyor.
TUİK’in son açıklamasında nüfusumuz 82 milyonu geçmiş, tabii Suriyeliler hariç... Dahası, nüfus artış hızımızın büyümesidir: 2017’de binde 12,4 olan nüfus artış hızı 2018’de binde 14,7’ye yükselmiş.
Bunun anlamı yılda nüfusumuza 1 milyon 193 bin 357 vatandaşın eklenmesidir.
Belli ki çalışan kadınların doğum yapmasını teşvik için yapılan düzenlemeler bir ölçüde etkili olmuş.
Nüfus ve ekonomi
Şimdi başka problemler kendini gösteriyor; genç nüfusun eğitimi ve istihdamı... Nüfusun başta İstanbul olmak üzere belirli şehirlerde yığılması, betonlaşma ve rant ekonomisi gibi sorunlar.
Sanayici Rahmi Koç üç yıl önce şöyle demişti:
“10 senede yapılan yatırımların çoğu taşa toprağa ve çimentoya gitti. Oysa memlekete ihracat getirecek, rekabeti kuvvetlendirecek, ‘greenfield’ dediğimiz yeni yatırımlar, yeni fabrikalar, yeni işler açılması lazımdı.” (18 Şubat 2016)
İnşaat sektörünün çok böyle desteklenmesi piyasaya canlılık verdi, büyümeye katkı sağladı, genç nüfusa inşaatlarda istihdam yarattı, oy da getirdi.
Fakat inşaatın üretim ve ihracattan fazla büyümesi dış açığı büyüttü, enflasyon ve döviz krizleriyle sonuçlandı. İstanbul’un “Dikey mimari”ye boğulması da böyle oldu.
Şimdi yatay mimari diyoruz elbette.
Nüfusun kalitesi
Nüfus artışında dikkate alınması gereken en önemli unsur şüphesiz eğitimdir. Merhum Şerif Mardin hocamızın deyişiyle “ukala ideologlar” yetiştirmek için değil, üretim ve ihracat yapacak vasıflı işgücünü yetiştirmek için eğitim.
Nüfusun yaşlanması elbette önemli bir sorundur ama genç işsizlerin artması da büyük ve hatta tehlikeli bir sorundur.
BM İnsani Gelişme İndeksi’ne baktığımızda Türkiye eğitimi yaygınlaştırmada başarılıdır: Ortalama eğitim süresi 2017’de 8 yıla çıkmıştır, daha önemlisi “beklenen eğitim süresi” 12 yıldır, 12 yıla çıkacaktır... Bu, İsrail’in bugünkü düzeyidir.
Evet “süre” iyi gidiyor ama “kalite” nasıl?
World Economic Forum’un “Küresel Rekabetçilik Raporu”na göre Türkiye “eğitimin kalitesi” ölçümlerinde 2008 yılında 91. sıradaydı… 2018 raporunda 101. sıraya inmiştir! Fen bilimlerinde daha aşağıda. (WEF, World Competitivness Report 2018, s. 293)
Bu tablo diplomalı işsizler sorununda alarmdır! Yüksek katma değerli üretim hedefi bakımından alarmdır!
Yoksa, 85 milyona yürüyen nüfusa nasıl refah sağlayabiliriz?.. Türkiye’yi nasıl güçlü yapabiliriz?