İsrail faşizmi
Netanyahu çağımızdaki militarist popülist lider türünün bir örneği. İsrail militarizmi onun şahsında tam bir temsilci buldu. Saldırganlığını meşrulaştırmak için “Radikal İslamcılara, teröristlere karşı” askeri harekat yaptığını söylüyor.
Sık sık başvurduğu propaganda anekdotu şu:
“Hitler’e Yahudilere soykırım yapılması fikrini veren, Kudüs Müftüsü Emin el-Hüseyni’dir!”
Liberal-sol Yahudi yazar Aluf Benn, Netanyahu’nun bu sözlerinin “her çizgiden tarihçilerin alay konusu olduğunu” yazdı. Uydurmaydı ama bu sözler kitleleri etkiliyordu. İsrail vatandaşlarından “sadeece Yahudiler tam haklara sahiptir, diğerleri ‘şüpheliler’dir” anlayışını güçlendirdi. Aluf Benn, İsraillilerin yüzde 79’unun buna inandığını, Yitzak Rabin gibi barışçı liderler yönetimindeki “eski İsrail”in yerini Netanyahu’nun bu yeni israili aldı diye yazırdu. (Foreign Affairs, Temmuz-Ağustos 2016)
RABİN-ARAFAT MODELİ
Yahudi milliyetçiliği demek olan Siyonizmin ve popülist Netanyahu’nun İslam’ı ve Müslümanları “ötekileştirmek”, daha doğrusu “şeytanlaştırmak” için onları Hitler’le özdeşleştiriyordu. Böyle olunca Gazze’deki, Batı Şeria’daki, Doğu Kudüs’teki ve nihayet Mescid-i Aksa’daki sivil ve silahsız Müslümanlara İsrail militarizminin kanlı saldırılar düzenlemesini aklınca haklılaştırıyor…
El Kaide ve IŞİD gibi terör örgütleri de İslamofobiyi körükleyerek İsrail’in ekmeğine yağ sürüyorlar.
İsrail militarizmi ve işgalciliği hep oldu ama hiç bugünkü kadar pervasız olamamıştı.
Özellikle Eylül 1993’te Başkan Cilinton’un girişimiyle İsrail Başbakanı Yitzhak Rabin ve Filistin lideri Yaser Arafat’ın “Oslo anlaşması”nı imzalaması önemliydi; bir yumuşamanın kapısını açmış, “iki devletli çözüm” umudunu güçlendirmişti.
İki tarafın radikalleri bu yumuşamaya tepki gösterdi.
Saygın bir devlet adamı olan Yitzak Rabin Kasım 1995’te fanatik Siyonist bir gencin suikastinde hayatını kaybetti. Ondan sonra İsrail’de militarist saldırganlık ve popülizm adım adım tırmandı. Filistinlilerin durumu daha da kötüleşti.
İki popülist, ABD’de Trump, İsrail’de Netanyahu Müslüman düşmanlığını aleni ve resmi politika haline getirdiler….
‘SAVUNMA HAKKI’
Gelinen noktada, sözde “liberal” Biden’ın davranışı Trump’tan farklı değil.
7 Mayıs Cuma akşamı Mecsid-i Aksa’da teravih namazı kılan Müslümanlara İsrail polisinin barbarca saldırısı üzerine BM’nin kınamada bulunmasını Biden’ın Amerikası veto etti! Gerekçesi “İsrail’in kendini savunma hakkı” sloganı!
Halbuki vahşet cami cemaatine İsrail’in saldırısıyla başlamıştı, Hamas ondan üç gün sonra füze atışları yapmıştı. El yapımı basit füzeler!
İsrail ise, Hitler’in Prag’da yaptığını Gazze’de yapıyor… Yangınlar ve feryatlar yükselirken fanatik dinci Yahudiler zafer çığlıkları atıyordu...
Bu nasıl bir savunma hakkıdır ki, BM’nin, üstelik ABD’nin katılımıyla aldığı kararları ihlal ederek Filistinlileri bin yıllık topraklarından atıyor, işgal ediyor. İşte bu işgalin haritaları:
Bu haritayı Sayın diplomat Naci Koru’dan aldım. BM hukukuna göre, 1967’den sonraki genişlemesi gayri meşrudur, uluslararası hukuka aykırıdır.
İNSAN HAKLARI
Savaş ve şiddet yolunu daima İsrail kazanacaktır. Araplara aktif Sovyet desteği varken de böyle oldu… Üstelik İsrail savaş ve şiddeti “savunma hakkı” bahanesi için kullanmaktadır. Hitler’in “hayat sahası” bahanesi gibi…
ABD’de ve Avrupa’da İsrail’e karşı insan haklarını savunan geniş çevreler vardır. Onları harekete geçirmenin önemini dikkat çekmek isterim. Biden’in İsrail saldırısına destek veren politikasına kendi partisisin içinden “işgalcileri destekliyorsun” diye sert tepkiler yükseldi.
Orta Doğu’daki uydu rejimlerin, otoriter yönetimlerin Filistin meselesinde “insan hakları” demesi kimseyi inandırmaz. İnandırmak için inanmış olmak, bunu kendi ülkesinde ortaya koymak gerekir.
Bizim iktidara da şunu hatırlatayım, Doğu Türkistan’da Uygurlar her gün bir Gazze, bir Batı Şeria yaşıyor, cılız da olsa bir ses verin lütfen.