Arap kardeşlerimiz
Kosova Cumhuriyeti’nin büyükelçiliğini Kudüs’e taşıyacağı yolunda haberler gelmesi üzerine bizim Dışişleri, şu açıklamayı yaptı:
“Uluslararası hukukun açık bir ihlalini teşkil edecek böyle bir adımın Kosovalı yetkililerce düşünülmesi dahi hayal kırıklığı yaratmaktadır.”
Ben de diyorum ki “hayal” etmek yanlıştı!
Realitede Türkiye bunu önceden haber alabilmeli, diplomatik yollardan bunu etkileyebilecek iktisadi ve siyasi ağırlığa sahip olabilmeliydi.
HANİOĞLU NE DİYOR?
Hayallerimizin öteden beri sınandığı ve “kırıldığı” alanlardan biri Arap ülkeleriyle ilişkilerimizdir.
Önceki gün Arap Ligi Türkiye’yi Irak, Suriye ve Libya’daki siyasetlerinden dolayı kınadı. Elbette Dışişleri Arap Ligi’nde alınan kararları “tümüyle reddediyoruz” diyerek karşılık verdi. Arap rejimlerinin Filistin davasının çözümünü “sabote” ettiğini, Türkiye’nin adı gecen üç ülkede de terörle mücadele ettiğini hatırlattı.
Bütün bunlar doğru fakat Türkiye’nin Arap dünyasındaki yalnızlığını görmeliyiz, üzerinde ciddiyetle durmalıyız.
Görülmelidir ki, Araplar arası sorunlarda taraf tutmak, hele de Osmanlı imajı yaratmak, üstten tavırlarla tavırlarla dış politika yapmak eski ilişkileri de bozdu.
Bakın değerli tarihçi Şükrü Hanioğlu ne diyor?
“Coğrafyamıza, özel olarak da Arap dünyasına ‘Osmanlı’ üzerinden yaklaşmanın Türkiye’ye kapılar açmak yerine sorunlar çıkartacağı ortadadır.” (Sabah, 31 Aralık 2017) Böyle olmadı mı?
‘TOPUNUZ GELSENİZ’
Temmuz 2013’te Mısır’da General Sisi’nin darbesini Türkiye’nin kınaması elbette haklı ve gerekliydi. Fakat tepkiyi sürekli bir kampanya haline getirmek, başka sebeplerin de katılmasıyla, Arap dünyasındaki bütün kurulu rejimlerle Türkiye’nin arasına soğukluk soktu.
2014 Temmuz’unda Gazze’ye destek amacıyla da olsa, yüksek düzeyli Arap Ligi toplantısının Kahire’de yapılmasının bir mânâsı vardı.
Ağustos 2015’te Arap Ligi Genel Sekreteri Nebil El Arabi’nin, Kuzey Irak’ta PKK terörüne karşı yasal operasyonlar yapan Türkiye’yi kınaması yükselmekte olan gerilimin işaret fişeğiydi.
Militanlıkta başı çeken Birleşik Arap Emirlikleri, Osmanlı’yı suçlamaya, tarihi de kavga alanına sokmaya kadar gerilimi tırmandırdı.
Hemen her toplantılarında Türkiye’yi suçladılar.
10 Ekim 2019’da Arap Dışişleri Bakanları, Barış Pınarı harekâtına karşı bildiri yayınladılar. Sadece Katar ve Somali çekince koydu bildiriye.
Cumhurbaşkanı Erdoğan ertesi gün “topunuz gelseniz bir Türkiye etmezsiniz” diye tepki gösterdi. (13 Ekim 2019).
HELE DE DOĞU AKDENİZ
Hiçbir ülke grubunun topunu üzerimize çekmemeliyiz. Ne Avrupa “Haçlı ittifakı”dır, ne bizi bekleyen bir “İslam dünyası” var.
Doğu’da da Batı’da da sıkı ilişkilerimiz ve sağlam kurumsal bağlarımız olan ülkeler ve ülkelerin içinde etkili çevreler olmalı.
Neredeler Türkiye’nin AB üyeliğini heyecanla destekleyen Avrupalı gruplar?
Neredeler Ermeni tasarılarına karşı Türkiye’yi destekleyen Senatörler, Temsilciler?
Hele şu Doğu Akdeniz’deki yalnızlığımız!
Sinan Ülgen’in dediği gibi, daima Türkiye ile Yunanistan arasında denge gözeten Mısır’ı Yunanistan tarafına ittik; Mısır üzerindeki etkimizi de kaybettik.
İşte Türkiye geçmiş hiçbir dönemde, Tek Parti devrinde bile, Arap âleminde bugünkü kadar yalnız kalmamıştı.
İktidar bu acı gerçekleri görmeli, Türkiye Cumhuriyeti’nin klasik diplomasisine dönmelidir.
TÜRKİYE’NİN EKSENİ
Laikliği en keskin ve otoriter biçimde uygulayan Atatürk Sâdâbat Paktı’nı kurdu. İrah Şahı, Afgan Kralı, Ürdün kralı çok yakın dostları ve misafirleriydi. Başka bağımsız İslam devleti yoktu zaten.
İnönü’nün 1949’da yasama yılı açış konuşmasındaki sözlerine bakın:
“Kendileriyle uzun asırlar beraber yaşamaktan doğan gayet tabii ve derin yakınlık duygularıyla bağlı bulunduğumuz Arap devletlerinin emniyet ve selametleri Türkiye için de hayati bir meseledir… Arap Birliği devletleriyle siyasi münasebetlerimizin karşılıklı itimada ve Orta Doğu’da hayırlı işbirliğine dayanan bir hava içinde daha fazla gelişmesi halis temennimizdir.”
Menderes dönemi dünyada keskin soğuk harp kutuplaşmasına denk düşer. Fakat Demirel döneminde, Soğuk Harbin de yumuşamasıyla, Türkiye Arap dünyasına açıldı; Özal bunu hızla geliştirdi.
Ama Araplar arası ihtilaflara karışmadılar. Modern diplomasi dilini hiç ihmal etmediler.
Türkiye bu “eksen”e, kendisinin bu diplomasi geleneğine dönmelidir.