Savaşa dair
Maalesef dünyanın hemen her kültüründe savaş ve savaşçı yüceltilen bir kavram. İnsanlık belki de Habil ve Kabil’den beri birbiri ile çatışma halinde. Sıradan insanlar arasındaki çatışmaların bile sıklıkla kan dökmeyle sonuçlandığı bir coğrafyadayız. Taht için kardeşini öldüren ile babadan kalma birkaç parça mal için birbirine giren kardeşler arasında çok büyük bir fark yok, tek fark birini yapana kimse katil diyemiyor!...
Medeniyetin gelişimi ile savaşın gündemimizden düşmesini beklesek de öyle olmadı. Bugün kendisini medeniyetin beşiği olarak gören Avrupa çıkardığı iki büyük savaşta milyonlarca insanı öldürdü. Her iki savaşta da sivil ölümleri inanılmaz boyutta idi. Soğuk savaş döneminde dünyanın dört bir tarafında yaşanan örtülü vesayet savaşlarında da yine milyonlarca sivil hayatını kaybetti ve hala kaybediyor.
***
Savaş ve terör, topraklarından ve kapılarından uzak olduğu sürece insanların pek de umursamadığı kavramlar. Hatırlayın, ülkemizde köy boşaltmaları ile bölge halkının Batı illerine kontrolsüz göçüne kadar Kürt meselesi -şehitler gelmedikçe, ateş genelde düştüğü yeri yakıyordu- Batı’daki halkımızın hiç umurunda olmamıştı. Suriye’de iç savaşın çıkmasını koşar adım destekleyen muhafazakâr-İslamcı kitle de ülkemize milyonlarca Suriyeli mülteci akana kadar neye destek verdiklerini çok da fark etmedikleri gibi.
Ve üzücü olan hala Suriye’de yaşananları halkımızın bir kısmının anlamamaktaki büyük direnci. Ukraynalıların Rus saldırısına karşı verdikleri onurlu mücadeleden yola çıkarak Suriyelilerin ne korkaklığı ne de hainlikleri kaldı.
Beyler bilerek yapıyorsanız gerçekten çok ahlaksızsınız demektir. Suriye’de çıkartılan savaş kimin kime taraf olduğu bile belirsiz bir iç savaş kışkırtması idi. Kalıp, ülkesini savunmasını istediğiniz insanlar kimi kime karşı savunacaklarını bile ayırt etmekte zorlanıyorlardı. Peki, Ukrayna için böyle bir durum var mı? Yok, öyleyse en azından biraz edep takınıp susmak sizler için hayırlı olacaktır.
***
Daha dün Rusya’nın ve Putin’in ne denli tehlikeli bir güç olduğunu söylediğimizde pek çok kimse ABD’nin ve Batı’nın günahlarını sayarak cevaplar veriyordu ve ne acı ki bu tavırda hala ısrarcı olan bir kitle var. Eski sosyalistler bir yana İslamcı-milliyetçi-muhafazakâr kitle içinde de çok sayıda destekçi bulabiliyorlar.
ABD ve Batı’nın günahları elbette çok büyük ve hiçbir bir sebep bu günahları meşrulaştıramaz ancak Rusya ve Çin gibi güçlere baktığımızda aradaki bazı önemli farkları da görmemiz gerekiyor.
Birincisi Batı işlediği günahlar için en azından yalanda olsa bir gerekçe bularak kamuoyunu etkilemeye çalışıyor. İkincisi orada savaşı eleştiren kesimler ve yalanları ortaya çıkaran, bunu da yayınlamaktan çekinmeyen bir basın var.
Yıllar süren Vietnam savaşı basına servis edilen yalan bir haberle başlatılmış ve yine basının bu yalanları ifşa etmesi ile sona ermişti. Batıda liderler kamuoyunu haklılıklarına-dürüstlüklerine inandırabildikleri sürece iktidarda kalabilirken -bize göre ne var bunda diyeceğimiz- basit yalanlar bile koltuklarını kaybına yol açabiliyor.
***
Peki, Rusya ya da Çin’in böyle bir derdi var mı?
Yok, çünkü Putin’i ve de bu rejimleri bağlayan hiçbir ahlaki değer yok. Olmadığını Suriye Savaşı sırasında hem de aynı masada karşılıklı otururken gözümüzün içine baka baka bizim “askerlerimize Rus güçleri saldırıyor, bu saldırılar durdurulsun!” dediğimizde “böyle bir durumdan haberdar olmadığını” söyleyebilmişlerdi. Halbuki masada iken bile Rus güçleri askerlerimizin bulunduğu noktaları vuruyordu.
Muhaliflerin zehirletildiği, hapishanelerde çürütüldüğü, gazetecilerin sokak ortasında öldürüldüğü, beğenilmeyen açıklamalar yaptığı için doktorların intihar süsü verilerek hastanelerin üst katlarından aşağı atıldığı, gazetelerde ‘savaş’ kelimesinin yasaklandığı bir ülkeden bahsediyoruz.
Peki, biz neredeyiz burada? Sırtında yumurta küfesi taşımadığı için muhalefet daha cesur olabilirdi ama maalesef yeterince ilkeli davranılamadığı ortada. Erdoğan’ın Avrupa Konseyi öncesi basına yaptığı açıklamalar hepimizde “İşte Batı’nın iki yüzlülüğünü yüzüne yüzüne vuruyor” hissi bırakırken akşamki sembolik oylamada çekimser kalınması -her ne kadar olası bir arabuluculuk için bu durumun taktik olduğunu düşünsek bile- reel politiğin en ulvi düşünceleri dahi bulandırabileceğini hepimize gösterdi.
Batı medeniyeti Ukrayna’yı yalnız bırakarak aslında büyük bedeller ödenerek kurdukları bir hayalinde dibine bombayı koymuş oldular. Kendi mutluluklarını başkalarının mutsuzluğu üzerine kurmanın bedelinin gün gelip ayaklarına dolaşacağı da bir gerçek.
Bize düşen çok açık ki, dışarıdan gelecek müdahalelere karşı daha dirençli bir birliktelik kurmamız gerektiği. Ancak, sistemin toplumu %51’e karşı %49 şeklinde ayrıştırdığı bir toplum bunu becerebilir mi? İşte tüm mesele burada düğümleniyor. Siyasiler Ukrayna’da yaşananlardan ders çıkarıp yeni ve mutedil bir siyaset ortaya koyabilir mi?