Refik Halit Karay yaşasaydı da yazsaydı!..
Sürekli bir şikayet hali içindeyiz ama şikayete konu alanlarda yapılması gereken asgari müşterekleri yerine getirme konusunda ise isteksizi. Milyonlarca çocuğumuz okul sıralarından geçmesine rağmen ortak ve kabul edilebilir bir ahlaki standardımız yok. Zaten okullar uzun bir süredir sadece bilgi verilen ve bir sonraki aşamaya geçebilmek için kapışılan bir mecraya dönüştüğü için bu işi eğitim-öğretimle yapmak pek de mümkün gözükmüyor.
Dün daha iyiydi demiyorum, dün de benzer problemlerimiz vardı bugün de var. Zaten sınıf geçmeyi hak etmek gibi bir kavramın olmadığı, sokakta bile işlenemeyecek kabahatlerin hiç bir yaptırıma uğramadığı, çalışan ile çalışmayanın, kopya çekenle çekmeyenin, devamsızla devamlının, ödev yapanla yapmayanın farkının olmadığı bir sistem tutarlı ahlaki değerler üretebilir mi?
***
Refik Halit Karay’ın ‘Memleket Hikayeleri’ndeki tiplemeleri sadece hayali karakterler olarak düşünmüyoruz herhalde, hepsi içimizdendi ve hala da aramızda yaşıyorlar.
Yatık Emine’si ne kadar gerçekse Yatık Emine’yi açlığa ve ölüme mahkum edenler de o kadar gerçek. Belki bugün o şeftali bahçeleri yok ama o bahçelerin müdavimleri, Hacı Mustafa ağası, Vehbi Efendiye bıyık altından gülen Tabakların Kamil’i de başka isimlerle aramızda.
İyilerimizin sayısı kötülerimizden fazla mı, tartışılır. İnsan iyimser olmak istiyor ama kendimizden görmediğimiz insanlara karşı tavırlarımızdaki ikircilik hiç de hayra alamet değil. Çok çabuk ve kolay bir şekilde insanları harcayabildiğimiz gibi bir o kadar kolayda işlenen günahları unutup kucaklayabiliyoruz.
Size yakın zamanda yaşanmış gerçek bir hikayeden kısa notlar sunmak istiyorum. Keşke R.H. Karay gibi güçlü bir kalemim olsaydı da size olayı hikaye edebilseydim. Beceriksizliğimi affedin.
***
Bundan aşağı yukarı 7-8 yıl kadar önce bir taşra şehrimizde evli üç kafadar bir genç kızı zorla alıkoyarak tecavüz ederler. Bir boşluklarından faydalanıp ellerinden kurtulan kız kendisini güçlükle polise atar. Üç kafadar bir süre sonra yakalanırlar. Tüm delilerin onları göstermesine rağmen, kısa bir süre yattıktan sonra, hukuki açıklardan da faydalanarak çıkarlar ve tutuksuz yargılama başlar. Başlangıçta kıyamet kopmuştur eş, dost, akraba adamlardan yüz çevirmiş, insan içine çıkamaz olmuşlar.
Ancak, gel zaman git zaman mahkeme uzadıkça uzar ve olay küllenmeye başlar. Karar bir türlü çıkmaz, olay küllendikçe ilişkilerde normalleşmeye, eşleri bile artık sağda solda utanacaklarına mağdurenin nasıl bir kadın(?) olduğunu ve zavallı kocalarını nasıl tuzağa düşürdüklerini anlatmaya başlarlar.
Yerel mahkemenin karar vermesiydi, kararın temyiziydi, karar düzeltmeydi, yeniden temyizdi derken dava gelgitlerle yıllarca sürer. O kadar zaman geçer ki artık kimse tecavüz olayını hatırlamaz, hatırlayanlarda eskisi kadar umursamaz. Deniz biter ve nihayet karar kesinleşir. Üç kafadar tecavüzden ceza alırlar, mahkeme iyi hallerinden(?) dolayı gerekli tüm indirimleri yapar ve 3-5 yıllık cezalarla paçayı kurtarırlar.
Dediğim gibi ceza almaya alırlar ama pek çok kimse bu olayı ya unutmuş ya da artık farklı hatırlamaktadır. Bir zamanların tecavüzcü, ırz düşmanları artık neredeyse masum birer kader mahkumudur. Zavallıların(?) geride kalan çoluk çocukları ve aileleri vardır, kendilerine bu sıkıntılı günlerde yardım edilmelidir. Eş, dost, akraba, konu komşu sanki bu beyefendiler(!) askere gidecek gençlermiş gibi aralarında örgütlenerek para toplar; hatırlayan-hatırlamayan pek çok kişi hiçbir sıkıntı duymadan tam tersi hayırlı bir iş yapmanın verdiği huzur ile bu yardıma katılırlar.
Bu beyefendiler cezaevine zavallı birer kader mahkumu imişcesine yolcu edilirken, dönüşlerinde de hapishane hayatının güçlükleri üzerine uzun ve derin sohbetler edilir.
Onlar hapisteyken yine bir başka kader mahkumu(?) tecavüz suçlaması ile gözaltına alınır. Olay kısa süre de duyulur ve şehirde bir hareketlilik başlar. Çok sayıda vatandaş ellerinde sopalarla polis merkezini kuşatma altına alır ve zanlının kendilerine verilmesini ister. Polis zanlıyı linçten güçlükle kaçırırken sokaklar “İdam İsteriz!” tezahüratları ile inlemektedir. Kim bilir belki de o bağıranlar arasında bizim kader mahkumları da vardır!..
***
Az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik, dönüp baktık ki; bir arpa boyu yol gittik!..