Mercedes’e binemeyenlerin binenlerden eksiği ne?..

"Paradan başka bir şey getirmeyen bir şirket, zavallı bir şirkettir.” Henry FORD

Ticaret ve ticaret yolları tarih boyunca bilgi ve kültürel değerlerin aktarımının en önemli aracı oldu. Bu sayede büyük medeniyetler doğarken, ticaret yollarının kontrolü için zaman zaman şiddetli çatışmalar yaşansa da uzun vadede uzlaşı öne çıkmış ve ticaret barışın en önemli aracı olmuştur.

İnsanlığın gelgitleri o kadar çok ki, bir kalp grafiği gibi iniş ve çıkışlarla dolu ve ticaret yolları da doğal olarak bu durumdan etkileniyor. Zirveye en yakın olunduğu anlar çöküşlerin de en yakın olduğu zamanlar oluyor. Gücünün zirvesine ulaşan medeniyetler zirve sarhoşluğu içinde varlıklarını koruma içgüdüsü ile kendilerini büyük yapan dinamikleri zamanla terk etmeye ve kendi statükolarını inşa çabasına girişiyorlar.

Tarih bu açıdan yıkılmaz denilen büyük güçlerin çöküşü ile dolu. İsveç İmparatorluğunun çöküşü de Osmanlı Devleti’nin çöküşü de benzer bir noktadan başlıyor. Güç ve kudretin körleştirmesi ve alttan alta değişen dünyayı okuyamama.

***

Bugün kapitalizm düşmanlığının Müslümanlar arasında çok yaygın olması tarihsel olarak çok ilginç bir durum, halbuki ilk büyük Arap imparatorlukları ve Doğunun büyük güçleri erken kapitalizmin zirveleri konumundalar. Gerek Emeviler ve gerekse Abbasiler küresel piyasanın hâkimi idi ve devasa ticaret imparatorlukları kurmuşlardı. Doğudan Batıya uzanan yollar üzerinde o gün için büyük bir hakimiyet kurmuşlar, güçlerini bu ticaretin en canlı ve hızlı şekilde devamı için kullanırken zamanlarının en hızlı ticaret rotalarını kurmuşlardı. Kurulu bu düzen sayesinde ileride Haçlı orduları ile savaşılırken bile ticaret durmamıştı. Bin bir Gece Masallarına ilham veren zenginlik de bu sayede doğmuştu. Belki de en önemlisi Doğu’nun ticari ve ekonomik ahlakı o dönemde Batı’nın fersah fersah ilerisinde idi.

O dönemlerde ticarete verilen önemi Anadolu içlerindeki herhangi bir eski Selçuklu merkezine doğru bir rota izlediğinizde çıplak gözle görebilirsiniz. Yol boyunca kalıntılarına rastlayabileceğiniz Kervansaray ve hanlar bir zamanlar dünyayı birbirine bağlanan devasa bir ağın parçaları idi.

Osmanlı Çağı maalesef bu şatafatlı çağın sonuna denk geliyor. Osmanlıyı büyük bir güç olarak ortaya çıkaran pragmatizmi ve zamana uygun çözüm bulma becerisi zamanla var olanı koruma içgüdüsüne dönüşüyor. Gücün zirvesine ulaşıldığı Kanuni-Sokullu döneminde doğal sınırlara ulaşılması ve bunu aşma teşebbüslerinin başarısızlıkla sonuçlanması körleşmeyi de beraberinde getiriyor.

Osmanlı mevcut hali ile o denli güçlü idi ki, dışındaki dünyanın geçirdiği değişimi fark etmesi iki asırlık bir hikaye olacaktı. Osmanlı, II. Viyana bozgununa kadar Batı’nın gerisinde kaldığını görememiş ve durumu ancak Pasarofça Antlaşması (1718) ile kabullenebilecekti.

Bugün bile verdiğimiz ve aldığımız eğitim bizim değişen dünyayı anlamamıza yardımcı olmuyor. Tarih kürsülerinde yüzlerce Profesörümüz olmasına rağmen mesela 1648 Vestfalya (Westphalia) Anlaşmasının bizim için ne anlama geldiğini yeterince kavrayabilmiş değiliz.

Osmanlının Coğrafi keşifleri fark etmediğini düşünmek haksızlık olur. Fark edilmemesinden ziyade Osmanlı ekonomik sisteminin Arap İmparatorlukları ve İlk Türk-İslam devletleri döneminden çok farklı bir işleyişinin olması yaklaşan fırtınaya karşı önlem alınmasını güçleştirdi.

Dünya belki de Müslümanların parlak devirlerindeki ticarete yeni bir yön vererek başka bir yola girerken Osmanlı ekonomisi iaşeci (provizyonizm), fiskalizm ve gelenekselcilik yolunu takip etmişti. Amaç kendi kendine yetebilen bir ekonomi oluşturmaktı.

Bu mücadele sanıldığı gibi tam bir başarısızlık öyküsü değil. Ancak, 16. asırdan 18 asra kadar kısmen bir başarı var, fakat bizim belimizi büken, Avrupa’nın daha biz manifaktür üretime geçemeden Sanayi Devrimini gerçekleştirmesi oldu. Sanayi Devriminin tazyiki ile Avrupa dünyanın geri kalanını ya tam ya da yarı sömürge haline getirdi.

Bizim hikayemiz de sanırım burada düğümleniyor. Yarı sömürgecilikten kurtulma çabası ile Batı’nın teknolojisini alalım ama ahlakını almayalım derken sahip olduğumuz birtakım değerleri tersinden yozlaştırdık. Halbuki kapitalizm ayrıca şehir ahlakına da dayanıyordu. Bizse İ. Ortaylı Hocamızın sıklıkla dikkat çektiği gibi kasaba ahlakı ile iş yapmaya çalışıyorduk. Batı yanlışlarından ders ala ala ilerlerken biz başarısızlıklarımıza bahaneler bulmaya devam ettik. Ederken de Batı’nın düzelttiği ya da düzeltmeye çalıştığı yanlışları sık sık tekrarladık. Batının teknolojisini alalım ahlakını almayalım derken tuhaf bir ahlak anlayışı ortaya çıkardık.

Batı’da “benim ürettiğim malı benim işçim de rahatça kullanabilsin” diyen bir burjuva doğarken bizde ise “haline şükret” diyen bir sahte burjuva doğdu.

Yazacak yerim kalmadı maalesef. Sahi Mercedes’e binmek patronun hakkı da sokaktaki sıradan vatandaşın neden hakkı olamıyor ki bu topraklarda?..

YORUMLAR (10)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
10 Yorum