Madımak’dan Başbağlar’a
12 Eylül darbesi toplumun hemen her kesiminin üstünden silindir gibi geçip toplumu bir yandan a-politikleştirirken diğer yandan ise Kürtler ve dindarların bir kısmını kriminalize ederek marjinalleştirmişti.
90’lı yılların başında Türkiye’deki siyasi gerginlik adım adım yükselmiş toplum bir yandan 12 Eylül öncesi sağ-sol bölünmesi gibi laik- anti laik kamplaşmasına bölünmüş, diğer yandan ardı ardına yapılan hatalar Kürt sorununu kangrene dönüştürmüştü. Çözüm için yola çıkanlar bir süre sonra balık tutmak yerine denizi kurutmaya karar verince Türkiye ‘Beyaz Toroslar’ ve büyük şehirlere yığılan Kürtler gerçeğiyle tanışacaktı. PKK terörüne karşı Hizbullahçıların sürüldüğü, siyasi cinayetlerin vakayı adiyeden sayıldığı bir döneme girilmişti.
***
Toplumun geneli siyasetten uzak dursa da azınlık ama etkili bir kesim her kesimi angaje ediyor ve gerçekleri manipüle ediyordu. Doğu’da neler yaşandığını Batı’daki vatandaş ya hiç bilmiyor ya da en fazla Ertürk Yöndem haberciliğinin(!) verdiği kadarından haberdardı. Gazeteci cinayetleri rutin bir olay halini almıştı.
Ancak Batı’dakileri ilgilendiren Kemalist-Sol tandanslı aydınlara yönelik suikastlardı. Halbuki Doğu’da çok sayıda gazeteci, derin devletin de işin içinde olduğu olayların peşinden gittikleri için güpegündüz sokak ortasında enselerinden tek kurşunla infaz edilirken merkez medya için bir haber değeri taşımıyordu.
Bermuda Şeytan Üçgeni Bolu-Düzce-Adapazarı Üçgeni halini almıştı. Bizzat devlet içinden birileri listeler yayınlayarak iş adamlarını fişliyor ve sonrada bu isimleri bu listelerden çıkarmak için milyonlarca dolarlık pazarlıklar yapıyordu, hemen her alanda hukuksuzluk, kanunsuzluk ve mafya hüküm sürüyordu. Futbolda bile devletin derin güçlerini arkasına alanlar güya sahalarda destanlar yazarken hep beraber bu oynanan oyunları izlemek zorunda kalıyorduk.
Ama dediğim gibi Türkiye’nin apolitik çoğunluğunun gerçekte ne olup bittiğinden haberi yoktu.
***
Dindarlığın görünür hal alması, Milli Görüş ve Refah’ın yükselişi derin devleti rahatsız etmesiyle birlikte provokasyonlar da başlamıştı. Ve bugün üzerinden 26 yıl geçmesine rağmen hala aydınlatılamayan iki kritik olay Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçti.
Dünya’da Şeytan Ayetleri kitabı çerçevesinde kıyametler kopmuş, Salman Rüşti için İslam dünyasında ölüm fetvaları yayınlanıyordu. Aziz Nesin bu kitabı Türkçeye çevirerek yayınlayacağını açıklayınca gerginlik Türkiye’ye de sıçradı. Tam bu sırada yıllardır Sivas’ın Banaz köyünde yapılan Pir Sultan Abdal Şenlikleri Kültür Bakanlığının desteği (!) ile Sivas merkeze alınır ve konuklardan birisi de Nesin’dir.
Nesin’in de geleceğinin duyulması ile birlikte şehirde bir hareketlilik başlar, Nesin ve Şeytan Ayetleri üzerinden kara propaganda çarkları döndürülür. Şehir adeta barut fıçısı gibidir. Etkinlikler küçük protestolar eşliğinde başlar ancak klasik Cuma sendromu ile birlikte çığırından çıkacaktır.
Türkiye geçmişte bir düzineye yakın gördüğü -Kırıkhan, Sivas, Maraş, Çorum vb.- katliamların bir benzerine daha koşar adım gider.
Bugün, FETÖ’cüler yüzünden sulandırılan ve hiçleştirilen Ergenekon, JİTEM vb. davalar sırasında ortaya dökülen geçmişin derin pislikleri bizlere nasıl bir oyunun hazırlandığı hakkında ipuçları verse de maalesef gerçeklerle hakikatli bir yüzleşme fırsatını kaçırdık.
Madımak’ı hazırlayanların bile muhtemelen düşünmedikleri derecede korkunç bir tablo ortaya çıkar. Aynı odaklar birkaç gün sonra hain teröristler eli ile Başbağları’da hazırlayarak toplumun önemli bir kesiminin aynı duyguda birleşmesini bir kere daha engelleyeceklerdir.
İşlerini ustaca yapmışlardır; yıllar sonra, en aklı başında vicdanlı bildiğimiz insanlar bile Başbağlar’daki eli silahlı teröristlerin eylemi ile Sivas’ın göbeğinde devletin gözü önünde –kışkırtılmış bile olsalar- halkın katılımı ile gerçekleşen hem de tv’lerden canlı yayınlanan bir katliamı eş tutabilmektedir.
Ne demişti zamanın Cumhurbaşkanı: “Bu bir şeriatçı kalkışmadır!” Bugün ise bizlere bir Alevi katliamı olarak sunuluyor ve Başbağlar’da katledilen Sünni kardeşlerimiz üzerinden buradaki ayıp örtülmek isteniyor.
Hemen her yıl Solingen katliamını en üst perdeden kınayabilen siyasilerimiz ve devletlülerimiz ne hikmetse Madımak denilince hala ama’lı cümleler kurabiliyor. Katiller içimizden olunca kınamak herhalde zor geliyor, KAHROLSUN NEONAZİLER!..
Yazılacak, söylenecek çok şey var ama dahasına kalem elvermiyor ve ateş sadece düştüğü yeri yakıyor…