İnsanlık çıldırırken!..
"İnsanlığın çıldırdığı anlar vardır” diyordu bir kitabında S. Zweig ve sanırım insanlık yine bir çıldırmanın eşiğinde. Dünyanın hemen her tarafında temel hak ve özgürlükler geriye giderken bizim de bu konulardaki hassasiyetlerimizi kaybetmemiz çok da tuhaf değil, çünkü gerçekte birkaç kişimiz hariç hiç böyle bir derdimiz olmadı.
Hâlbuki bundan on yıl öncesine kadar İslamcı-Muhafazakâr çizgiyi temsil eden isimler insan haklarının en önde koşan havarileri konumunda idi; bugünse ses ve soluk çıkmıyor. Dün kurulmuş nizamın kahredici gücüne –haklı olarak- itiraz ederken bugün kendi kurduğumuz müesses(?) nizama zarar gelmesinden korkuyoruz. Allah’ın şüphesiz adiller ile birlikte olduğuna inanmamıza rağmen.
Dünya yine bir çıldırmanın eşiğinde ve her yerde kan var. Ve maalesef bu akan kanın büyük çoğunluğu da İslam coğrafyasında akıyor.
Müslümanlarsa yakılan cehennem ateşine kucak kucak odun taşımakla meşgul.
Çin’de Uygur Türklerine yapılan zulme sessiziz, bir zamanlar Filistin’deki en ufak bir olayda İsrail Büyükelçiliği ve konsolosluğu önünde boy gösteren muhafazakâr-milliyetçi kitlelerimiz nedense şimdilerde sessiz. Herkes mevziisinde bir işaret bekliyor sanki?
Ama biz şiir okumayı seviyoruz; “Ey düşmanım, sen benim ifadem ve hızımsın; Gündüz geceye muhtaç, bana da sen lazımsın!..”
Aliya’yı dilimizden düşürmeyince olduk sanıyoruz: “Savaş ölünce değil, düşmanına benzeyince kaybedilir.”
Dünya çıldırırken biz neden çıldırmayalım ki! Birinci Büyük Paylaşım Savaşı’na koşar adım girişimiz de bu nedenle olmamış mıydı?
Ama biz derslerde çocuklarımıza hala “Bizi gizli anlaşmalarla aralarında paylaştılar ve bizim de savaşa girmekten başka çaremiz kalmadı” martavalları ile öğretiyoruz. Sanki yapılan her gizli anlaşma uygulanmış gibi. Ve sanki bizler hiç gizli anlaşmalar yapmamışız ve hiç gizli emeller taşımamışız gibi…
Hala Viyana hayalleri kurarken birilerinin Bizans hayalleri kurmasını yadırgıyoruz. Osmanlı hayali kurarken daha burada birlik olmayı beceremediğimizi; Kürt denince tüylerimizin diken diken olduğunu, geçmişle yüzleşelim derken daha dünle yüzleşemediğimizi görmüyoruz bile.
Dersim’in hesabını sormak nedense kolay geliyor ama iş Maraş’a, Çorum’a, Sivas’a gelince aynı cesaret yerini derin bir sükuta bırakıyor…
Çok mu karıştırdım bir şeyleri birbirine; evet yukarıdaki satırlar ne denli karışıksa maalesef zihnim de öylesine karışık. En güzel yıllarımızın cafcaflı sloganlar eşliğinde hiç edilişine üzülüyorum. Akif Emre’yi son günlerinde münzevileştiren duyarsızlığımıza kahroluyorum. Bin yıllık çöküşümüzün dibini bir türlü bulamamamıza şaşıyorum.
Çöküş derken siyasal çöküşümüzden değil fikren ve ilmen çöküşümüzden, bizden ilham alanların nasıl olup da önümüze geçtiğini idrak edemeyişimizden bahsediyorum.
O öve öve bitiremediğimiz –İbn-i Sina, Farabi vb.’ni- isimleri başka makeslerde zındıklıkla, kafirlikle suçladığımızı nedense bilmezden geliyoruz.
***
Ve dünya yine bir çıldırma eşiğindeyken daha akıllı olmamız gerekiyor. Amerika ve AB kötü ama Rusya ve Çin daha mı iyi?…
Belki kızanlar olacak ama sadece tek bir nokta bile bizim Rusya ile iş yaparken ne kadar uyanık olmamız gerektiğini göstermeye yeter de artar bile.
Deli desek yeridir diyebileceğimiz Trump’ın, Putin’in rahatlıkla yapabildiği hiçbir şeyi ülkesinde açıkça yapamayacağını anlamak bile istemiyoruz. Trump kendisine muhalif bir gazetecinin ya da bir sendikacının ya da bir politikacının kafasına bir köşede silah sıktıramaz, bırakın bunu sahte belgelerle içeri tıktıramaz. Bunun iması bile Trump’ın koltuğunu kaybetmesine yeter de artar bile.
Ya diğerleri için… Herhalde cevaba bile gerek yok.
Dünya çıldırırken bizim de çıldırmamıza gerek yok. Çılgın projeler peşinde koşmaktansa geleceğimizi koruyabileceğimiz projelere odaklansak çok daha doğru olacak.
Yarın çıkabilecek küresel bir savaşta savaş alanı olmak istemiyorsak buna odaklanmamız lazım. Muhalefetin de buna odaklanması şart.
Şart ama biz hep uçlarda gezmeyi seviyoruz. Bize, Cumhuriyet’in beğenmediğimiz bütün işlerinin günahlarını sırtına yüklediğimiz İsmet Paşa’nın İkinci Büyük Paylaşım Savaşındaki suhuletini gösterebilecek bir siyaset lazım ama nerede?