Harf İnkılabı mı Dil İnkılabı mı?
Türkiye’deki ideolojik tartışmalarda zaman zaman öne çıkan konulardan birisi de harf inkılabıdır ama bu tartışmalarda ortaya atılan tezler çoğu kez inkılabın sebep-sonuçlarını tespitten çok kendi tribünlerinden tezahürat alma maksadından öteye geçmez.
Dil, az çok ilgilenenlerin bildiği üzere yaşayan bir organizmaya benzer. Onu işleyen ve geliştiren kanalların aktif olması gerekir. Ozanlar, şairler, yazarlar, düşünürler dili geliştirirken halk da onları izler. Zamanımızda sinema -görsel basın, internet vb. ortamlar hatta Whatsapp, Twitter, Facebook dahi dilin tekrar tekrar işlendiği ve şekillendiği yerlerdir.
Harf inkılabı ya da harflerin ıslahı tartışmalarının Osmanlıda 19. Yy. ortalarına kadar gittiği biliniyor(!) olmalı ama nedense tartışmalarda sanki böyle bir gerçek yokmuş gibi davranılıyor. Ahmet Cevdet Paşa, Münif Paşa, Namık Kemal, Ali Suavi gibi isimler ilk akla gelenlerden, Enver Paşa’nın savaş yıllarına denk gelen ama savaş sebebiyle ertelemek zorunda kalınan bir teşebbüsü bile var.
Tartışmanın 1850 sonrasına denk gelmesi de aslında dikkate değer bir husus. Bu tartışmaya yol açan ana sebepler dünyadaki büyük değişimler. Fransız İhtilali ve Sanayi inkılabı modern devleti ve de toplumları yeniden şekillendirirken insanlık tarihinin başından beri neredeyse soyluların, din adamlarının ve varlıklı ailelerin tekelinde kalan okur-yazarlık, devletler eliyle çok daha geniş kitlelere açıldı. Okul bir yandan sanayi toplumunun istediği iş gücünün yetiştirilmesi için bir araçken diğer taraftan da yükselen milliyetçiliğin yeşertilmesinde ve toplumun bir kazanda eritilmesi-yeni vatandaş tipinin üretilmesinde bir araç olarak kullanıldı.
Batıda ortaya çıkan bu vizyon bizi de etkiledi. Azınlıklarla olan problemimiz hem gücümüzün azalması hem de değişen dünyayı algılayamamamızın bir sonucu olarak arttı. Ama belki de asıl ciddi sorun bürokraside ve ordunun subay kadrolarında yaşanıyordu. Devletin bürokratik kadroları 19. Yy. İçinde tarihte hiç olmadığı kadar çok şişti. Geleneksel kurumlar şişen ve büyüyen bürokrasinin ihtiyaçlarını karşılamıyordu. Klasik dönem medrese eğitiminden gelen kadrolar yetersizdi ve devlet bu açığı açtığı askeri ve sivil modern okullar ile kapatmaya çalışıyordu.
Hayatın hızlanması ve nüfusun artışı da işi zorlaştırıyordu. Okumuş yazmışların tamamının geçmiş dönemlerdeki gibi Türkçe dışında çok iyi derecede Arapça, Farsça -ve şimdi buna Fransızca da eklenmişti- öğrenmeleri pek mümkün görünmüyordu. Aslında bu dilleri öğrenmekten çok Türkçe, Arapça ve Farsça gramerlerinden karıştırılarak oluşturulmuş edebiyat-sanat dili kitle eğitimi için çok da uygun değildi. İşin bir de teknik eğitim kısmı vardı ki geleneksel eğitim bu çizgiden çıkalı çok olmuştu ve Osmanlının acil yetişmiş kadrolara ihtiyacı vardı.
19. Yy. bürokrasisini oluşturan memurların büyük bir kısmı önceki yüzyıllardan kalan bürokratik dile de hakim değildi. Bunu merkezden taşraya gönderilen yazışmalarda çok daha sade bir dilin kullanılmasını tavsiye eden çok sayıda layihadan anlıyoruz. Ve yine telgrafın yayılması ile taşra ile merkez arasındaki yazışmalarda zaman zaman iletişim kopukluklarına sebep olan bir yanlış okuma problemi vardı.
Sorunlar Arap alfabesi içinde kalınarak aşılabilir miydi? Ben bu sorunun istense idi aşılabileceğini düşünenlerdenim. Ancak, Kemalizmin dile vurduğu darbenin harf inkılabı üzerinden okunmasını yanlış buluyorum.
Bir mezar taşını, kitabeyi, dedenizden kalma bir mektubu okumak meselesi bence harflerle çok da ilintili değil. Aslında mevzu harf inkılabından daha çok dil inkılabında düğümleniyor. Bizim geçmişle bağımızı kesen de harflerden çok dilin değişmesi. Dil inkılabı ile dilimize mal olmuş binlerce Arapça, Farsça vb. dillerden kelimeler hoyratça kesilip atılmış ve yerine yenileri konmaya çalışılmıştır. İşte dilimizi bir işgalden kurtarma(?) iddia ve çabası geçmiş ile bağımızı entelektüel bir çevre içinde koparmıştır.
Bugün Atatürk’ün Büyük Nutuk’unu sözlüksüz hakkıyla okuyabilecek insan sayısı eminim ki birkaç bini zor geçer. Bunun sebebi harf inkılabı değil kullanılan yüksek dilin değişmesidir.
Eğer geçmişte bir dil soykırımı gerçekleşmese idi bugün isteyen ve biraz çaba harcayıp Arap Alfabesini ve bu harflerle Türkçe okuma kurallarını öğrenen herkes okunamadığı iddia edilen eserleri* az çok birikimine göre, Osmanlı tarihinin herhangi bir döneminde yaşamış bir halk şairinin şiirlerini ise rahatlıkla okuyabilirdi.
Divan edebiyatına ve devletin yazışma dili ile yüksek ulema ve bürokratik elitlerin eserlerine gelince işte orada durmak lazım… Maalesef bu müktesebatı elde edebilmek o günde bugünde çok büyük emek istiyor.
*: Matbu ve rika ile yazılmış eserleri kastediyorum. Diğerleri biraz uzmanlık ister.