Çocuklarımızı kandırmaya devam mı?
Son günlerde “12 Haziran Dünya Çocuk İşçiliği İle Mücadele Günü” vesilesi ile pek çok araştırma ve rapor yayınlanmakta. Bu raporları okurken insanın içinin ezilmemesi mümkün değil. Dünyada çalışan çocuk sayısı 2000 yılına göre 1/3 oranında azalarak 246 milyondan 168 milyona inmiş ve bu çocukların yarısından fazlası tehlikeli işlerde çalışıyormuş.
Ülkemizde de TÜİK verilerine göre 15-19 yaş arası çalışan sayısı 2014 yılında 1.741 bin civarında iken bu rakam 2018 yılı itibariyle 1.803 bini bulmuş. Erkek çocukların işe katılım oranları 37.8’den 39.6’ya, kızların 17.1’den 17.9’a yükselmiş. Tabii ki bir de kayıt dışı çalışan çocuklar var…
Kimsenin kafasını rakamlarla şişirmek gibi bir derdim yok; mesele zaten fazlasıyla yakıcı ancak ben konunun başka bir boyutunu ele almak istiyorum.
Türkiye’nin siyasi yelpazesinin sağdan sola ortak paydası –çoğu kez- içi boş bir Batı düşmanlığının ikide bir ortaya çıkmasıdır. İlginçtir Batı’yı bu denli eleştirmemize rağmen yine sorunlarımızı Batı’nın değer kalıpları ile ele almak gibi bir hastalığımız var. Her konuda Amerika’yı yeniden keşfe elbette ki gerek yok ancak bazı konular var ki bunların çözümü için Batı bize pek de örnek teşkil etmiyor. Kendi tarihsel birikimimizi –hoş buna ne kadar sahip olduğumuz tartışılır- kullanabileceğimiz bazı alanlar var. Örneğin sosyal yardım konularında öyle Batı’yı örnek almamızı gerektirecek bir durum yok ama maalesef bin yıllık vakıf geleneğimizi kendi ellerimizle iğdiş etmiş durumdayız.
Ana mevzumuza dönersek, ülkemizde hemen her kesim “Çocuk işçiliği” kavramını da diğer konulara baktığımız gibi Batı’nın gözlüğü ile baştan olumsuzlayarak ele alıyor. Üstelik ülkemizde daha 25-30 yıl öncesine kadar pek çok alanda usta-çırak ilişkisi çok yaygın olmasına rağmen durum böyle.
Tevellütleri 80 öncesi olan hemen her Türk vatandaşı kıyısından köşesinden bu çıraklık sisteminden ya geçmiştir ya da yakından şahit olmuştur. O günlerin şartlarında bırakın üniversite okumayı liseyi bile bitiremeyecek pek çok birey çıraklık sistemi sayesinde meslek sahibi olmuş; o gün çektikleri sıkıntıların karşılığını ilerleyen yıllarda bir işletme sahibi olarak ya da evlerine ekmek götürebilecekleri bir meslek sahibi olarak almışlardı.
Ama ne gariptir ki o süreçten geçen nesil dahi bugün çıraklık sistemine “Çocuk İşçiliği” gibi soğuk bir tanımlama çerçevesinde karşı çıkıyor.
Bugün pek kimse hatırlamaz, 90’lı yıllara kadar meslek liselerine sınavla girilir ve daha başarılı çocuklar da seçilerek teknik lise bölümlerine alınırdı. Bugün ise meslek liseleri hiçbir yere yerleştirilemeyen öğrencilerin mecburen gittikleri okullar durumunda.
Ne acı ki usta-çırak bağı koptuğu için pek çok meslek yok olmanın eşiğinde. Belki günümüzün teknik gelişmeleri bu durumu kaçınılmaz kılıyor, ancak bunun her alan için geçerli olduğunu söyleyemeyiz.
Meselenin özünde, 12 yıllık zorunlu eğitim dayatması ile meslek edinme yaşını 19 yaş üzerine neredeyse 20’li yaşların ortasına çekmiş olmamız yatıyor. Güya ağaç yaşken eğilirdi…
Bugün İşçi Bulma Kurumuna iş için başvuranların büyük çoğunluğu masa başı işler istiyor halbuki biraz emek harcayarak uzmanlaştıkları takdirde daha iyi maaşlar alabilecekleri işler var ama bunlara talep çok az. Bunda zora gelememek belki de en büyük sebep.
Tekrardan fayda gelir mi artık bilmiyorum ama ben yine de tekrarlayayım, sırf okula geldi diye çocuklarımızı bir üst sınıfa geçirmeye devam ettirip, yıllarca doktor, avukat, mühendis, öğretmen vs. diye hayal kurdurursak önce kendimizi sonra velileri ve daha da önemlisi 12. sınıfa kadar çocuklarımızı kandırmaya devam edeceğiz demektir.
Yıllarca kandırdığımız bu çocuklar her yıl -geçen hafta sonunda olduğu gibi- acı gerçekle üniversite sınavında yüzleşiyorlar. Ama biz hala kendimizi kandırmaya devam ediyoruz. Yine yüzbinlerce gencimiz gelecekte kendilerine ekmek parası kazandıramayacak bölümlere giderek 4-5 yıllarını daha heba edecekler. Sonuç bugünden belli bugün genç işsizlik oranı %25’i geçmiş durumda.
Türkiye gençlerini bu şekilde heba edecek kadar zengin bir ülke değil. Bu nedenle çıraklık sistemini nasıl daha insani bir hale getirebilir, mesleki eğitim nasıl daha etkin kılınabilir düşünmemiz gerekiyor. Bence bu konu İstanbul seçimlerinden bile daha önemli.