Niye Riyad?
Bu maç niye Riyad’da yapılmak istendi? En başta bu sorunun cevabını arıyoruz.
Güzelim statlarımızın suyu mu çıktı? Anadolu’da herhangi bir şehrimizde bu maç oynansa olmaz mıydı? Evlatlarımız Galatasaray - Fenerbahçe kupa maçını yakından izlese, hayal kursa, özense iyi olmaz mıydı?
Diğer taraftan Türkiye Futbol Federasyonu’nun ve kulüp yöneticilerinin Galatasaray - Fenerbahçe Süper Kupa maçının Riyad’da oynanmasıyla ilgili açıklaması nedir?
Tüm bu yaşananlar önceden neden tahmin edilmedi?
Ve buna göre baştan neden önlemler alınmadı?
Bu sorulara cevap arıyoruz.
Çoğu televizyon kanalında yayın akışı maç son dakikaya kadar oynanacakmış gibi devam etti.
Bir ara Riyad’daki stattın ışıkları kapandı ve fakat yorumcular hala konuşmaya çalıştı. Sanırsın birkaç dakika sonra futbolcular maça çıkacak…
Böyle bir şey olabilir mi? Tüm bu olanlar baştan neden hesaplanmadı?
TFF’nin yöneticilerinin, özellikle de Mehmet Büyükekşi’nin bu konuyla ilgili bir açıklaması olacak mı?
Öte yandan taraflar arasında gerçekleştirilen sözleşmedeki maddeleri yöneticiler görmedi mi?
Bu noktada karşılaşmanın organizatörü olan Suudi Arabistan devletine bağlı Riyadh Season bugün yazılı bir açıklama yaptı. Buna göre; Türkiye Futbol Federasyonu ile yapılan toplantılarda, ‘karşılaşmanın spor kapsamı dışında kalan herhangi bir slogan olmaksızın’ oynanması, uluslararası yönetmelikler ve düzenlemelere uyulması gerekliliğinin vurgulandığı belirtiliyor.
Şimdi böyle bir madde var ise buna baştan neden karşı çıkılmadı? Asıl Riyad’da neden ısrar edildi?
Nihayetinde 100. yılda iki büyük takım kupa maçı için sahaya çıkacak. Burada elbette pankartta olur, sloganda olur. Atatürk’te her yerde olur.
Şuraya gelmek istiyorum:
100. yıl gibi böylesi özel bir dönemde maçın en baştan Riyad’da yapılmak istenmesi yanlış değil mi? Bu durum nasıl hesap edilmez?
Açıkçası hemen hemen her yazıda yönetimden dem vuruyorum ama gerçekten de son yıllarda başımıza ne geliyorsa bundan geliyor.
Küçük problemler bile birden karşımıza dağ büyüklüğünde problemlere dönüşüyor.
Bir yöneticinin teknik yeteneklerle birlikte asıl “kavramsal yeteneklere” sahip olması beklenir. Yani herhangi bir konuyla ilgili kriz çıkmadan bunu öngörmesi ve en başından krizi önlemesi gerekir.
Ya da kriz çıktıysa bile hızlı adımlarla yangın etrafa yayılmadan söndürmesi gerekir.
Son dakikaya kadar televizyon önünde milyonlar bekliyor. Ne için bekliyor? Maç olacak mı olmayacak mı diye…
Dolayısıyla derme çatma kararlarla bu olmaz. Olmamalı.
Ayrıca kriz çıktıktan sonra gelen haberler genelde şöyleydi: “Mustafa Kemal Atatürk fotoğrafına ve üzerinde ‘yurtta sulh cihanda sulh’ yazılı pankartlara izin verilmedi.”
Şimdi böyle bir haberi okuyan kişi ne hisseder? Bu duygular baştan nasıl hesap edilmez?
Hatırlayalım…
29 Ekim kutlamalarında sokaklara çıkanlar sadece bir kesimden değildi ki… Kalabalıklar her kesimden, her görüştendi.
Atatürk’ü seven, Cumhuriyet’i önceleyen, hukuk önünde eşit olmak isteyenlerdi.
Dünya genelinde yaşanan olumsuzlukların her detayını bilmese de güçlü bir şekilde hisseden, o yüzden de tüm yaşanan olumsuzluklara rağmen umudu yeşertmek isteyenlerdi. Bundan da gram taviz vermek istemeyenlerdi.
Şimdi bu sosyoloji nasıl okunmaz?
Değişimi gerektiği gibi algılayabilen dönüşümcü liderlere hiç olmadığı kadar ihtiyacımız olduğu düşüncesindeyim.