AK Parti tabanı özeleştiri yapıyor!..
31 Mart seçimlerinde, Ak Parti kurulduğu tarihten bu yana en düşük oyu alınca, Sayın Erdoğan sandıkta verilen mesajı değerlendireceklerini ve özeleştiri yapacaklarını açıkladı.
Erdoğan özeleştiri yapılacağını açıklayınca Ak Parti taraftarları da yorumlar yapmaya başladılar.
Soru şu: Ak Parti tabanı (tavanı değil) yenilginin temel sebeplerini tespit ediyor mu?
Denetim mesleğinde zaman zaman olayların yüzeysel sebepleri yerine kök sebep analizleri yapılarak, sorunun tekrarlanmasını önleyici öneriler geliştirilir.
Olayların gerçek, kök sebeplerine inilip inilmediğini anlamak için yapılan yorumların içeriğine bakmak lazım.
Ak Parti tabanının dile getirdiği yenilgi sebepleri:
Takip ettiğim sosyal medya hesaplarında ve Ak Parti’li dostlarla yaptığım sohbetlerde, yenilgiye şu sebeplerin yol açtığı düşünülüyor:
- Aday seçimleriyle ilgili hatalar: Özellikle Ankara ve İstanbul adayları ile ilgili yetersizlik iddiaları oldukça yaygın.
- Ekonomi iyi değil, hayat pahalılığı çok yüksek, emekli maaşları çok düşük: Bu iddiaların isabetli olduğu çok açık. Böyle olduğu için, muhalefet de seçim kampanyası boyunca bu başlıkları gündemde tuttu.
- Atamalarda, terfilerde liyakat ve ehliyet yerine partizanlığın ve lider sadakatinin hakim olması: Bir yorumcunun ifadesiyle; ”Ehliyet ve liyakatin neredeyse hiç aranmaması, sadakatin dalkavukluk, yalakalık olarak anlaşılması. Torpilin, adam kayırmacılığın çok ön plana çıkartılması, referans olanların da refere ettikleri kişinin sadece yakını olmalarının dışında” bir özelliğinin olmaması. Yazılı sınavlarda yüksek puan alanların mülakatlarda elenmesi de sıkça şikâyet edilen başlıklar arasında yer alıyor.
- Reisin, yanında neredeyse hiçbir akil adam kalmaması: Yorumculara göre, olağanüstü yeteneklere sahip olsa da bir liderin her şeye tek başına karar vermesi çok ağır bir yüktür, insanı yıpratır. İnsanın fıtratı gereği istişareye, danışmaya ihtiyacı vardır. İstişarenin koşullarından biri de müşavirin lideri ve kararlarını eleştirebilmesidir. Reisin etrafında reisi eleştirebilecek nitelikte müşavir olduğu söylenemez.
- Filistin meselesindeki iki yüzlülük: Bir yandan “yüreğimiz Gazze için ağlıyor” derken diğer yandan İsrail’le ticaretin devam ettirilmesi Millet’in gözünden kaçmıyor.
- Yeniden Refah Partisi’nin yükseliş trendi.
- Teşkilatın yetersizliği.
- Halkın iktidarı uyarma isteği.
Ak Parti’deki gerilemenin temel, kök sebepleri
Yukarıdaki yorumların hepsinde haklılık payı olduğunu kabul ediyoruz.
Ancak ben, Ak Parti tabanının gündeminde yer almayan üç temel (kök) sebebe işaret etmek istiyorum.
1.Güç zehirlenmesi:
Genel olarak gücün, gücü elinde bulunduran için, baştan çıkarıcı ve yozlaştırıcı etkisi olduğu kabul edilir. “Güç yozlaşma eğilimlidir, mutlak güç ise mutlaka yozlaşır” özdeyişi, akademik çevrelerde ve yönetim literatüründe vazgeçilmez yerini almıştır.
Sayın Erdoğan’dan başlamak üzere, Ak Parti yönetimi güç zehirlenmesi hastalığına maruz kalmıştır. Güç zehirlenmesinin son tezahürlerine seçim kampanyalarında sıkça tanık olduk. Başta Cumhurbaşkanı olmak üzere, bazı adaylar, Milletin emaneten verdiği kamu gücünü Millete karşı kullanarak, kendilerine oy vermeyenlere hizmet vermemekle tehdit ettiler.
Parti yönetiminde 2 Nisan’da seçim sonuçlarını değerlendiren Sayın Erdoğan, Ak Parti’ye sirayet etmiş “kibir” hastalığından bahsederek, herkesçe malum olması gereken güç zehirlenmesini ilan etmiş oldu. Parti tabanı seslendirmese de bu gerçeğin lider tarafından itiraf edilmesi önemli elbette. Ancak bu itirafın gereğinin yerine getirileceği maalesef şüpheli. Çünkü bu açıklamanın yapıldığı gün, bizzat Adalet Bakanı’nın girişimiyle, Van halkının oylarıyla seçilmiş Belediye Başkanı’na mazbatası verilmediği gibi, halkın vize vermediği Ak Parti adayına mazbata verildi. Akşam üzeri YSK bu hatayı düzelterek mazbatayı gerçek sahibine iade etti. Güç zehirlenmesi etkisiyle yaşanan bu olay, hastalığın bünyeyi sardığının son işaretiydi. Sayın Akif Beki şu soruyu sormakta haklı: “31 Mart'ta sonuç böyle olmasa; millet, iradesine Vanlılar, oylarına sahip çıkmasa yine hak yerini bulur muydu?”
2.Adaletten uzaklaşma:
Partinin adının ilk kelimesi “adalet”. 28 Şubat’ı takip eden Parti’nin kuruluş sürecinde en çok adalet ilkesine işaret edilmişti. Binlerce 28 Şubat mağduru ile birlikte Erdoğan da üç kez AİHM’ne müracaat etmişti.
Ak Parti, zayıfken itibar ettiği AİHM ve AYM kararlarına, güç zehirlenmesinden sonra itiraz eder oldu. Kamuoyuna mal olmuş Kavala, Demirtaş, Atalay ve FETÖ yargılamalarıyla ilgili Yalçınkaya kararlarına itiraz ediliyor, kararlar uygulanmıyor.
Hiçbir yargı kararına dayandırmadan, halkın seçtiği belediyelere kayyum atanıyor. Kayyum atanan belediyelere halk yeniden aynı kimlikteki adayları seçiyor. Halkın tercihlerine saygı göstermek yerine, yeniden kayyumlar atanıyor.
CHP’li belediyeler dışlanıyor, dosyaları bekletiliyor, yetkileri budanıyor.
Yeni başkanların önceki Ak Partili belediye başkanlarıyla ilgili soruşturma dosyalarına bakanlıkça el konuluyor, soruşturmaların derinleşmesi engelleniyor.
İktidarın taraf olduğu yolsuzluk iddialarıyla ilgili hiçbir soruşturma, inceleme yapılmıyor.
Tüm vatandaşlardan alınan fonlarla yaşayan TRT, milletin yarısını temsil eden muhalefetle ilgili haberlere sansür uyguluyor.
Sinan Ateş dosyasındaki aleni savsaklama, gerçek suçluların, azmettiricilerin korunduğu algısına yol açan yargı süreci, kamu vicdanını derinden yaralıyor.
Yeni İçişleri Bakanı’nın yönettiği operasyonlardan, Mafya örgütlerinin adeta ülkeyi işgal edercesine palazlandıklarını anlıyoruz. Ancak ne hikmetse bu Mafya örgütlerinin kamudaki ve siyasetteki ilişikleri ile ilgili hiçbir açıklama ve işlem yapılmıyor.
Bir yandan “devletin dini adalettir” edebiyatı yapılırken öte yandan adaletten sürekli uzaklaşılıyor, “bizden” olmayanların adalet arayışlarına bigâne kalınıyor.
Evet ve maalesef, milletçe adalet konusunda duyarlı değiliz. Hukuksuzluklardan bizzat etkilenene kadar yaşananları görmezden geliyoruz. 28 Şubat sürecinde yaşananlara CHP tabanının ilgisiz kalması gibi, bugün yaşananlara da Ak Parti tabanı ilgisiz görünüyor.
Aslında, güç zehirlenmesi ile hukuksuzluk arasında sıkı bir ilişki var. Güç zehirlenmesi arttıkça hukuksuzluk, hukuksuzluk arttıkça da güç zehirlenmesi artıyor.
Tabanın adalet konusundaki ilgisizliği ve duyarsızlığı bu süreci besliyor.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun dizeleri konuyu çok güzel özetliyor:
Ekmek, su, aş bulmak gecikebilir.
Temele taş bulmak gecikebilir.
Devlete baş bulmak gecikebilir.
Adalet gecikmez, tez verilmeli.
3.Akıl ve bilim dışı (irrasyonel) uygulamalar:
Aklı ve iktisat bilimini dikkate almayan uygulamalara faiz politikalarını ve yap-işlet-devret (KÖİ) yatırımlarını örnek gösterebiliriz. Yer darlığı sebebiyle faiz politikalarına işaret etmekle yetinelim.
İslam’ın faiz yasağını gerekçe göstererek Merkez Bankası’na yapılan müdahaleler nihayetinde para ve güç sahiplerini daha da zenginleştirirken, fakirleri daha da fakirleştirmiştir. Enflasyonun çok altında düşük faiz oranlarıyla kredi kullananlar milletin varlıkları üzerinden zenginleşirken, dizginlenemeyen enflasyonun bütün yükü hazineye ve millete yükletilmiştir.
Çağımızda birçok Müslüman araştırmacı, enflasyonun yol açtığı değer kaybını önleyici ve paranın reel değerini koruyucu tedbirleri faiz yasağının dışında mütalaa etmektedir. Din İşleri Yüksek Kurulu da bu konuda şu yorumu yapıyor (1):
Borca konu olan itibari paralarda bir değer kaybı meydana gelmesi durumunda borcun sabit olduğu tarihteki değerin esas alınması hakkaniyete daha uygundur. Söz konusu değerin belirlenmesinde öncelikle tarafların karşılıklı rıza ile anlaşmaları tavsiye edilir. Bunun yanında yetkili kurumlarca açıklanan enflasyon oranları da dikkate alınabilir.
Aslında asırlardır uygulanmış Osmanlı Para Vakıfları pratiğine bakmak bile yeterliydi. Para vakıflarında, yüzlerce yıl önce %15’e kadar çıkan yıllık fiyat farkı ile finansal işlemler yapılıyordu.
Faizle mücadele edildiğini iddia edenler, Japonya’nın negatif faiz gerçeğini ve ecdadın para vakıflarını inceleme zahmetine katlanmadan, hamasetle, akıl dışı uygulamalarla bugün içinde bulunduğumuz ekonomik sıkıntılara yol açtılar.
Ekonomide tek başına akılcı politikalar uygulamak da yeterli değildir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi, hukuk ve adalet zemini de güçlendirilmelidir. Hukuk ve adalet bacağı olmadığı için Mehmet Şimşek’in akılcı politikalarının da yetersiz kaldığını yaşayarak görüyoruz.
Meraklılar, bu konuda üstat Taha Akyol’un “Laf dinlemedi” kitabına ve çok sayıda makalesine bakabilirler.
…
Ak Parti tabanı özeleştiri yaparken sıraladığımız üç kök sebebe hiç değinmiyor. Oysa yazının başında sıraladığımız sekiz sebep, bu kök sebeplerin sonucudur. Güç zehirlenmesi olmasa, adalet sağlansa, tüm iş ve işlemelerde adil olunsa ve aklın, bilimin ışığında rasyonel yönetim yapılsa gündeme getirilen sekiz şikâyet de olmayacaktı.
Sevgili Ak Partili dostlar!
Sivrisineklerle mücadele etmek için öncelikle bataklığın kurutulmasını isteyin. Bunun için; önce güç zehirlenmesinin (ve kibir hastalığının) tedavi edilmesini, hukuk ve adaletin tesisini, ülkenin hamasetle değil rasyonel politikalarla yönetilmesini talep edin.
Taleplerinizi güçlü bir şekilde iletmeden taleplerinizin ne kadar dikkate alınacağını bilemeyiz. Ama şunu biliyoruz: Bugünlerde taleplerin iletilmesi için en uygun zamandayız.