Kime İslamcı, neye İslamcı?

İsrail’de yayın yapan Channel 12’nin haberine göre Türkiye iyi niyetini göstermek için bazı Hamas üyelerini sınır dışı edecek. İsrail’de bu habere çok sevinen olduğu gibi Erdoğan’ın bu adımını taktik olarak görenler de var.

Aslında İsrail-Türkiye ilişkilerini ve Ankara’nın körfezdeki Arap ülkeleri ile yürüttüğü süreci biraz takip edenler için gelişme sürpriz değil.

Hamas yetkilileri önce Ankara’dan istedikleri mali desteği uzun süre alamadılar. Görüşme talepleri de eskisi gibi sıcak karşılanmıyor. En azından Erdoğan Hamas’a mesafe koyalı çok oldu.

Özellikle Avrupa basınında Türkiye’nin Hamas üyelerinin faaliyetlerini kısıtladığına dair haberler de bir süredir yazılıp çiziliyor zaten.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Hamas’la ilişkileri, Şubat 2006’daki o meşhur Halid Meşal ziyaretinden bu yana hep dalgalı bir seyir izledi. Öyle ki Erdoğan bu ortalığı ayağa kaldıran Hamas ziyaretinde Meşal ile görüşüp görüşmeyeceğine karar bile verememişti. Önce Erdoğan’ın Meşal’le görüşeceği, sonra görüşmeyeceği, ardından görüşmeyi Abdullah Gül’ün yapacağı, Gül’ün de Dışişleri Bakanı olarak değil AK Parti Genel Başkan Yardımcısı olarak ziyaret edeceği belirtildi.

O gün Ankara’daki hava Gül’ün Meşal’i hiç de sıcak karşılamadığı şeklindeydi. Dışişleri’nin, Gül’ün, Davutoğlu’nun haberi olmadan kim getirdi Hamas’ı Ankara’ya, bu hala soru işareti. Ama soru işareti olmayan Erdoğan’ın Hamas’la ilişkisinin daha başlarken tereddütlü başladığı yönündeydi.

Erdoğan’ı Filistin halkı nezdinde kahraman yapan Davos’taki meşhur ‘one minute’ hadisesi oldu. Sonra da Türkiye Filistin meselesinin en önde gelen savunucusu haline geldi. Öyle ki sadece hükümet düzeyinde değil sağcısı solcusu dış politikada belki en temel asgari müşterek Filistin davası idi.

Mavi Marmara bu ilişkide en önemli kırılma noktalarından biri olarak sadece Türkiye-İsrail ilişkilerinin değil Orta Doğu’nun da sivil eylemler tarihine geçti. Ankara baştan beri Mavi Marmara’nın gitmesine karşı çıktı. Durdurmaya çalıştı, olmadı. Ama İsrail’in saldırısından sonra da hem Mavi Marmara’ya hem vatandaşlarına sonuna kadar sahip çıktı. Ta ki Erdoğan “Giderken bana mı sordunuz?” diyene kadar.

Bugün Hamas yine Ankara için çok da makbul bir yük değil. Erdoğan, İsrail ile yeniden köprüleri kurma arayışında. Öyle ki aile taziyeleri bile Erdoğan’ın İsrail Cumhurbaşkanını araması için bahaneye dönüşmüş durumda. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu da İsrail Dışişleri Bakanı’nı geçmiş olsun dilemek için aradı.

Muhtemelen alttan en azından istihbarat örgütleri bir zemin hazırlıyordur. Daha doğrusu inşallah öyledir. Yoksa iktidarın Mısır örneğinde olduğu gibi ‘normelleşelim de ne olursa olsun’ heyecanıyla en üst düzeyde yaptığı açıklamaların Kahire yönetimini heyecanlandırmadığı hala hafızamızda duruyor.

Şu ana kadar gelen bilgiler ve yorumlar İsrail tarafının da Erdoğan’a çok temkinli yaklaştığı yönünde. İsrail Cumhurbaşkanı bir süreç başlatabilir ama asıl karar verici İsrail hükümeti ve oradan gelen mesajlar daha soğukkanlı.

Bir noktayı netleştirmek gerek. Türkiye’nin komşuları ile ilişkileri normalleştirmesi herkesin yararına. Suriye dahil hiçbir ülke ile bitimsiz bir düşmanlık ya da gerilim bizatihi bir amaç değildir. Olamaz da. Ama normalleşmenin bir şartı yok mu?

Mısır’la normalleşmede Sisi değil Erdoğan ısrarcı, Suudi Arabistan’la barışmada Muhammed Bin Selman değil Erdoğan istekli, İsrail’le ilişkilerde yine Erdoğan ne lazımsa yapmaya hazır. Burada bir terslik yok mu?

Aksi takdirde bölgesel bir vizyona yaslanmayan, ilkeleri ve kriterleri belli olmayan, temelde de sadece yalnız kalmamak, mali destek sağlamak ve içerdeki sıkışmayı gidermek için dışarda maliyetine bakmaksızın normalleşmek kime hizmet eder?

İşte tam burada Hamas’ı da aşan bir arayış var. Türkiye, Birleşik Arap Emirlikleri ve Suudi Arabistan’la normalleşme için Müslüman kardeşlerden, İsrail’le ilişkileri düzeltmek için Hamas’tan, Çin’le arayı bozmamak için Uygur Türklerinden vazgeçmeye hazır bir fotoğraf veriyor.

Birleşik Arap Emirlikleri adına casusluk yaptığı iddiası ile tutuklanan bir Ürdün vatandaşı da yakın zamanda tahliye edildi. Hoş yine ajan olduğu için hapse atılan Rahip Brunson da serbest kalmıştı.

Dolayısıyla dünyada Müslüman topluluklarda inançları temelinde hareket eden, mücadele veren ya da eziyet gören kesimleri, organizasyonları sayın desek akla gelenlerin başında muhtemelen Türkiye’nin mesafe koyduğu bu yapılar gelir. Takip ettikleri yolun içeriğinden ve metodundan bağımsız olarak bu gruplar Batı’da siyasal İslam’ın önde gelen aktörleri olarak görülüyor.

Sezen Aksu’nun bir şarkısında Adem ve Havva’ya hakaret ettiği gerekçesi ile cami mihrabından tehditler savuran, İslam’ın ve İslami kavramların koruyucusu olduğu mesajını veren, din ve inanç üzerinden ülke içinde gerilimi tırmandıran da aynı Erdoğan değil mi? Ayetle dalga geçince büyükelçi olmakta sorun yok ama sanırım şarkıda geçmemesi gerekiyor.

Bir yanda dünya beşten büyüktür sloganı ile adaletin temsilci olma iddiası, bir yanda Hamas, Müslüman Kardeşler ve Uygurlar konusunda sert bir politika değişikliği bir yanda da din üzerinden içerde iktidarı tahkim etme çabası.

Yazının başına dönersek. Bugünkü iktidar an itibariyle kime İslamcı, neye İslamcı?

Değilse Sezen Aksu ile alıp veremediği ne? Ve mesele zaten Sezen olmadığına göre gücü bir sonraki kavgada kime yetecek?

YORUMLAR (31)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
31 Yorum