Diyanet, TOKİ, faiz
Din İşleri Yüksek Kurulu, “TOKİ tarafından uygulanan Sosyal Konut Projesinin dinî hükmü nedir?” şeklindeki bir soru üzerine şöyle bir fetva yayınladı: “İslam’da faiz kesin olarak haram kılınmıştır. Bir zaruret bulunmadıkça faiz almak da vermek de caiz değildir. İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler de bu kapsamdadır ve caiz değildir. TOKİ aracılığıyla devreye alınan son uygulama ise devletin, alt veya orta gelirli vatandaşlarına yönelik olarak ürettiği bir sosyal konut projesidir. Bu projede, peşinat haricindeki tutar, kamu bankaları vasıtasıyla kredilendirilmekte olup devletin söz konusu borçlandırmadaki amacı, faiz geliri elde etmek değil, aksine ödeme güçlüğü içindeki vatandaşlarının ev sahibi olmalarına yardımcı olmaktır. Bu itibarla, devlet TOKİ’nin bu uygulamasında başka bir yolla konut alma imkânı tanımadığından, belirtilen niyet ve amaçlar doğrultusunda söz konusu projeden yararlanmak caizdir.”
Bu fetva kamuoyunda “Diyanet faizli işlemlere cevaz verdi” şeklinde yorumlanınca Diyanet İşleri Başkanlığı şu açıklamayı yaptı: “Kurulumuz, halkımızla paylaştığı görüşünde, öncelikle faizin kesin olarak haram kılındığını, konut veya araç satın almak için faizli kredi kullanmanın caiz olmadığını çok açık ve kesin bir dille belirtmiştir. Bahse konu projenin, kira ödediği takdirde asgari geçimini zorlukla sağlayan ve ev sahibi olabilmek için faizsiz ödünç borç bulamayan alt veya orta gelirli vatandaşlara yönelik üretilen bir sosyal proje olduğu kanaatine ulaşmış ve bu projeden yararlanarak ev sahibi olmanın, dinen haram kılınan faizli işlem kapsamında değerlendirilmeyeceği sonucuna varmıştır.”
Din İşleri Yüksek Kurulu’nun TOKİ projesi kapsamında alt gelir grubundaki vatandaşların ev sahibi olmak için kamu bankalarından kredi kullanmalarını Kur’an’da yasaklanan riba ve ribalı işlem kapsamında değerlendirmemesi bize göre isabetlidir. Zira Kur’an’da yasaklanan riba (cahiliye ribası) ile bugünkü bankacılık sisteminde binbir türüyle cari olan “faiz”i özellikle meşhur “altı mal hadisi”nden hareketle gelişigüzel biçimde aynileştirmek pek mümkün değildir. Hele de “Buğdayla buğday, misli misline vesaire” diye başlayıp ardından son derece iğreti benzerlikler kurarak bugünkü mevduat veya kredi faizini “riba”ya eşitlemek, tabir caizse şaka gibidir. Çünkü 1400 küsur yıl öncesinin Medine pazarındaki piyasa, para, ticaret, iktisat ilişkilerinin o günden bugüne çok köklü paradigmatik evrimler geçirdiği izahtan varestedir. Bu mesele bir tarafa, Kur’an’da yasaklanan riba bugün “yeraltı tefeciliği” denen sistemdeki uygulamaya benzer şekilde cari olan mürekkep faizdir ki buna “temerrüt/gecikme faizi” de denilebilir. Öte yandan, riba, Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki ekonomik şartlar mucibince tefeci zenginlerin yoksul ve/veya ihtiyaç sahibi insanlara verdiği borçlarda cereyan eden bir şeydir. Oysa modern bankacılık sisteminde çoğu kez zenginler kredi kullanan, küçük tasarruf sahipleri ise bankadaki mevduatlarıyla zenginleri fonlayan kimseler mesabesindedir. Öte yandan, riba, düpedüz bir sömürü aracı olarak mevcut borcu geri ödenmesi zor bir borçtan imkânsız bir borca dönüştürerek uzun vadede borçluyu alacaklısının müesses manada köleleştirmesi gibi vahim bir sonuç doğurur. Modern bankacılık sisteminde ise hukuki süreçlerle borcun tahsiline çalışılır.
Bütün bunlar bir tarafa, Kur’an’ın nazil olduğu dönemden itibaren başta İbn Abbâs olmak üzere Zübey b. Avvâm, Talha b. Ubeydillah ve Abdullah b. Zübeyr gibi birçok sahâbînin riba konusunda alan ve kapsamı son derece dar tuttukları ve ilk akitte belirlenen fazlalığı haram saymadıkları malumdur. Hatta Zübeyr b. Avvâm’ın bugünkü bankacılık sistemindeki uygulama gibi iktisadi alanda işletmek üzere insanlardan mevduat toplayıp bir nevi faiz dağıttığı bilgisi de İslâmî kaynaklarda kayıtlıdır. Öte yandan, modern dönemde Abdülaziz Çâvîş, Reşid Rıza, Devâlibî, Senhûrî, Mansurizade Said, İzmirli İsmail Hakkı, Fazlur Rahman gibi birçok müslüman ilim-fikir adamı Kur’an’da yasaklanan ribanın katlı veresiye faizi olduğunu, buna mukabil ilk akitteki fazlalığın/faizin “riba” kapsamında yer almadığını, dolayısıyla klasik kaynaklarda “zannî faiz” diye de adlandırılan fazlalık faizinin ihtiyaç hâlinde caiz olduğunu belirtmişlerdir. Bu âlimlere göre Kur’an’da yasaklanan riba bugün “mürekkep faiz”e karşılık gelen câhiliye ribasıdır. Bunun dışındaki faiz türleri, bizatihi haram olduklarından değil, söz konusu ribaya sevk etme riskinden dolayı önleyici tedbir (sedd-i zerâi) babında yasaklanmıştır. Dolayısıyla şartlar ve ihtiyaçlar icbar ettiğinde, bunlarla ilgili cevaz kapısı açıktır.
Hülasa, Din İşleri Yüksek Kurulu’nun bahse konu fetvası “TOKİ için kredi kullanma” kısmıyla doğrudur; fakat diğer kısmıyla iç tutarlılıktan yoksundur. Fetva metninde bir taraftan, “İş kurmak veya genişletmek; ev, araba satın almak üzere kişi, kuruluş veya bankalardan alınan faizli krediler haram kapsamında olup caiz değildir” [Not: Kurul’daki zevatın anılan ihtiyaçlar için banka kredisi kullanıp kullanmadıkları ciddi merak konusudur] ifadesine yer verip, ardından, “TOKİ projesiyle ev sahibi olmak için kamu bankalarından faizli kredi çekmek caizdir” mealinde bir ifade eklemek iç tutarsızlıktan öte, ilkesizlikle maluldür. Dahası, talimata mebni olarak operasyonel şekilde ve fakat kerhen tanzim edilmiş olması muhtemel görünen bu fetva metni Yahudilerin faiz anlayışlarını anımsatır tarzdadır. Zira Yahudiler, faizli işlemleri kendi aralarında haram sayarken Yahudi olmayanlardan faiz almanın cevazına, hatta lüzumuna hükmetmişlerdir. Kendi dinî metinlerinde “yılan sokması”na benzetilmesine rağmen, Yahudiler uygulamada faizli işlemler neticesinde ortaya çıkan hasılata odaklanmış ve hasılat kendileri açısından lehte tahakkuk ettiğinde caiz, aleyhte tahakkuk ettiğinde ise “lâ yecûz” saymışlardır. İlginçtir, Diyanet de bir devlet kurumu olarak faizli işlemi resmi/sosyal TOKİ projesiyle ilgili bir lüzuma mebni olarak caiz sayarken, sivil vatandaşın kendi ihtiyacını karşılamak için kredi kullanmasını “lâ yecûz” saymıştır.