Nükleer Silahlar ve G7
Geçen hafta içinde iki ilginç açıklamaya şahit olduk. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Nükleer silahlar başka ülkelerde var, Türkiye’de niye olmasın. Bizim de hakkımızdır” mealindeki açıklaması, ikincisi ise Rusya Devlet Başkanı Putin’in “Türkiye G-7’ye alınmalı, alınmıyorsa da Rusya, Çin, Brezilya, Hindistan gibi ülkeler ayrı bir birlik kurmalıyız” şeklindeki açıklaması idi.
Her ikisi de hem beklenmedik hem de şaşırtıcı açıklamalar. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın nükleer silahlanma konusundaki açıklamasına bakarsak…
Öncelikle şunu hatırlamak gerekir ki nükleer silah sahibi olmak teknolojik olarak çok zordur. Altyapı, bilim, nükleer hammadde vs. birçok yeteneği bir araya getirmek ister. Nükleer tesisleri önce kurmak, sonra da orada silah üretimini gizlice yapabilmek gerekir. Süper güç ülkelerin istihbaratlarından uzun süre kaçabilme yeteneği olmazsa olmazdır.
Bunun yanında nükleer silaha sahip olmaya kalkmak aynı zamanda büyük bir riski göze almaktır. Çünkü nükleer silahların yayılmasını önlemek için dünya çağında bir mutabakat vardır ve bu mutabakat NPT (Non-Proliferation Treaty) anlaşması ile güvence altına alınmıştır. Türkiye de bu anlaşmaya imza atmış bir ülkedir. Şu ana kadar Dünya’da dokuz ülke nükleer silah sahibidir. ABD, Rusya, Çin, İngiltere, Fransa, Pakistan, Hindistan, İsrail ve Kuzey Kore.
Bunlardan ilk beşi resmi olarak NPT ile tanınmış, kabul edilmiş nükleer güçlerdir. Hindistan ve Pakistan gizlice nükleer programlarını sürdürmüşler ve herhangi ciddi bir yaptırıma maruz kalmadan bu silaha sahip olmuşlardır. Her ikisi de daha sonra bu silahlarını test ettiler ve Dünya’ya nükleer güç olduklarını ilan ettiler. İsrail bu silaha sahip olduğunu ne kabul ne de inkâr etmektedir. Kuzey Kore ise bu süreci en sancılı yaşamış olan ülke. Yıllarca başta ABD olmak üzere Batı ülkelerinin yaptırımlarına maruz kalmasına rağmen o da nükleer silah edinip test edebilmeyi başardı.
İran ise bu konuda, deyim yerinde ise en ünlü örnek. İran -bildiğimiz kadarı ile- halen bu silahı edinebilmiş değil ama yıllardır bunun için uğraşıyor. Ya da uğraştığı iddia ediliyor. Zira bu konuda İsrail ve ABD’nin başını çektiği birçok ülke tarafından yaptırıma uğramış durumda.
Ambargolardan tutun, nükleer tesislere sabotaja, bilim adamlarına suikastlara kadar İran birçok saldırıya maruz kaldı. Halen daha İran’a bir askeri müdahale, en azından tesislerin havadan bombalanması ihtimali mevcut. Arada bir konu gündeme geliyor ama şu ana kadar herhangi bir gelişme olmadı.
İşte Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıklaması bizce bu noktada önem kazanıyor…
Türkiye şu anda gizlice bu silahlara sahip olmaya çalışıyor ise bu açıklama uluslararası camianın dikkatini, hatta süper güçlerin istihbarat faaliyetlerini Türkiye’ye doğru çekecektir. Dolayısıyla çok risklidir.
Yok eğer Türkiye bu silahı Pakistan’dan satın almak niyetinde ise bu sefer de Pakistan büyük bir baskı altına alınacak ve yaptırımlarla karşı karşıya gelebilecektir. Hatta şimdiden Pakistan’ın bu konuda ikaz edildiğini düşünmek zor değil. Kaldı ki eski bir İngiliz sömürgesi olan Pakistan’da İngiliz istihbaratı çok güçlüdür. Ve İngilizler Türkiye ile Pakistan arasında böyle bir ticarete asla razı olmayacaklardır.
Yaptırımlara maruz kalırsak… İran ve Kuzey Kore’nin yıllardır muhatap olduğu baskı ve ambargoları düşünürsek zaten kırılgan olan ülkemizin sosyo-ekonomik yapısı kaldırılmaz bir yükün altına girebilir. Rahip Bronson krizini ve doların birkaç gün içinde nasıl tavan yaptığını hatırlamakta fayda var.
Bir diğer ihtimal de bu sözün Sayın Erdoğan’ın daha önce Birleşmiş Milletler’de sadece beş ülkenin veto hakkına sahip olması için söylediği “Dünya beşten büyüktür” sözü benzeri bir haksızlığa işaret etmek maksadını taşımasıdır. Zira Erdoğan açıklamasında bazı ülkelerin nükleer silaha sahip olduklarını ama diğer ülkelere izin vermediklerinden de şikâyet etmişti.
Nükleer silahlara sahip olma hevesi ile ilgili olarak rahmetli Mahir Kaynak’ın bir zamanlar söylediği bir sözü bu noktada tekrar etmek isteriz. İran ve Kuzey Kore’nin nükleer hevesleri ilk defa duyulmaya başladığında Mahir Kaynak bu durumu bir çocuğun boks eldivenine sahip olmaya çalışmasına benzetmişti. Boks eldiveni takmak o çocuğun yumruğunu bir boksörün yumruğu yapmayacaktır. Bir boksörün yumruğunu atabilmek için bir boksörün boyuna posuna, koluna, pazusuna ve destek alacağı kas-iskelete sahip olmak gerekir.
Mahir Kaynak; boy-pos, kol, kas-iskelet ile nükleer silah yanında diplomatik, ekonomik ve siyasi gücü kastetmişti. Nükleere sahip olmadan evvel önce bu tarz yan kuvvetlerin güçlü olması gerektiğine vurgu yapmış ve Kuzey Kore ile İran’ın nükleer silahla daha güvenli bir ülke olmayacaklarını bilakis güvenliklerini riske attıklarını söylemişti. Ve tarih kendisini büyük ölçüde haklı çıkardı.
Gelelim yazının girişinde bahsettiğimiz Başkan Putin’in Türkiye’nin G-7’ye alınması gerekir sözüne. Öncelikle şunu hatırlamak lazım ki G-7’nin eski adı G-8 idi, ta ki 2014’te Rusya, Kırım yaptırımları yüzünden üyelikten çıkarılıncaya dek. Dolayısı ile Rusya kendisinin de kabul edilmekte zorlandığı bir yere Türkiye’nin de alınmasını istiyor. Ayrıca G-20’de zaten bu iki ülke, G-7 üyeleri ile beraberler.
Bizim aklımıza takılan nokta; bu teklifin kabul görmeyeceğini Başkan Putin’in bilmesine rağmen neden dile getirdiğidir. Burada maksat Türkiye’ye bir yer açmak ve bu sütunlarda hep bahsettiğimiz Batı-Çin-Avrasya üçgenindeki bilek güreşinde kendi yanına çekmek midir, yoksa Türkiye üzerinden G-7’ye mesaj gönderip kendi dışlanmışlığından olan rahatsızlığını hatırlatmak mıdır? Tabii ki bunu kesin olarak bilmemiz mümkün değil.
Ancak Erdoğan’nın nükleer silah açıklaması ile aynı günlerde söylenmesi dikkatimizi çekti. Kaldı ki bu açıklamalardan birkaç gün önce Erdoğan, Moskova’da Putin ile görüşmüştü.
Dünya’da etkisini giderek artıran siyasi-ekonomik kutuplaşma buna benzer demeçlere hatta hamlelere yol açacağa benziyor.