Türk futbolu da nihayet bileşik kaplardan bir kap!
Sanayisi, teknolojisi, dijital kapasitesi, tarımı, eğitimi ya da kültürü sanatı bir türlü sıçrama yapamayan, dünyayla yarışta gerileyen bir ülkenin futbolu mu ilerleyecekti? Hemen evet demek, futbolu kötü yönetenlere ödül olur. Biraz duralım… Türkiye, bütün sektörlerde geri kalırken futbola her zaman ayrıcalıklı bir çıkış ve ilerleme alanı bırakmayı bildi. Parasını, ilgisi esirgemedi…
Gelin görün ki futbol ve spor da her alandaki sorunlu zihniyetin parçasıdır; bileşik kaplardan bir kaptır. Onun seviyesi de ötekiler neyse o kadar olacak, deyip geçelim. Ayrıca, daha birkaç hafta önce olimpiyatlarda bütün spor dallarında yaşanan büyük fiyasko da aynı şeyi söylemiyor mu? Disiplin, devamlılık, kapasite artırımı, teknik gerekince denkleme giremiyoruz. Geriye slogan ve hamaset kalıyor. Batı ile ne kadar birikmiş travma varsa hepsinin üstesinden gelmek için herhangi bir spor müsabakasını fırsat bilmenin ömrü kısa oluyor. Bütün spor branşlarının temsil edildiği olimpiyat öyle oldu; Avrupa’ya sesimizi duyurmanın en kestirme yolu olan futbol da iki büyük kulübün Şampiyonlar Ligi’ne havlu atmasıyla geldi olimpiyatın yanında yerini aldı.
Evet, amatör futbolu önemseyen ve tabandan gelen bir mekanizma kurulamadı; toplum bu sporu aşırı seçmesine rağmen Türkiye hiçbir zaman bir futbol ülkesi de olamadı. Son Avrupa Şampiyonası’nda da kadromuzun büyük kısmı Avrupa tedrisatından geçen oyunculardan oluşuyordu. Futbolun temaşası için büyük kaynaklar ayrılmasına rağmen bir takımı dahi Şampiyonlar Ligi’ne katılamadan çorak bir sezona merhaba demiş olduk. Evet, UEFA Avrupa ligi ve Konferans Kupası’nda takımlarımız var ama oralarda olmayan ülke yok zaten.
“Türk Futbolu” adını verdiğimiz ve kamu bankalarının finansmanıyla da desteklenen devasa yapı, üst düzey rekabette sezonu açmadan kapatmış bulunuyor. Önceki gece Galatasaray’ın, maçtan önce ve sonra küçümseye küçümseye bir hal olduğumuz İsviçre takımına ikinci kez yenilişinden sonra bu fasıl tamamen sona erdi.
Önce dünyanın en büyük hocalarından birisinin yönettiği Fenerbahçe, ardından da Türkiye Ligi’nin şampiyonu Galatasaray… İkisi de Avrupa’nın en yüksek bütçeli kulüpleri arasında olan iki takım ilk fırsatta elit kategoriye tutunamadı. Onlardan hemen önce Trabzonspor da fırsatı kaçırmamıştı! Bütçesi kendisiyle kıyaslanamaz bir takıma elenip UEFA Ligi’nden Konferans’a koşar adım gerilemişti.
Görebildiğim kadarıyla üç takımın hocası da üzülmesine üzüldüler ama gizlemedikleri bir yetinme duygusu içindeler. Orası zaten zordu önümüze bakalım, havası… Hatta, son kaybeden hoca, şimdi de Avrupa Ligi’nde final oynama hedefi olduğunu ve yeni transferlere ihtiyacı olduğunu söyledi. O sırada, bütün spor -aslında futbol- kanallarında herkes Galatasaray gibi pahalı bir takımın karşısındaki küçük bütçeli takıma nasıl yenildiğinin sırrını çözmeye çalışıyordu. Bir de, Avrupa’da büyük küçük bütün takımlar zıpkın gibi oynarken, bizim takımlarımızın neden hala sezona hazır olmadığını…
Kötü ve plansız yönetilen, işler sarpa sarınca komplo ve hamasete koşan bir sektörün Avrupa’da ve dünyada başarılı olması gayet tabii mümkün değildir. En iyi ve en pahalı takımlarımızın içinde bulundukları acınası tablo bunun eseridir. Milyonlarca insanın en çok futbolu seçiyor ama aynı zamanda bu branş tabandan yukarıya eğitime dayalı futbolcu yetiştirme mekanizması olmayacak kadar sahipsizdir. Bazılarının zemini hala tarla gibi olsa da büyük stadyumlar vardır ama tabanı taramanın en kolay yolu olan semt sahaları yoktur. Bunun üzerine, iki üç takım hevesini alsın ve birbirleriyle yarışabilsin diye neredeyse sınırsız yabancı kontenjanı da eklenince eldeki bütün sermaye sadece temaşaya harcanır oldu; fatura büyüdükçe Türk futbolu küçüldü.
Şimdi… Giden gitti, kaçan fırsat kaçtı ve kendi ligimizde futbolseverleri büyük bir heyecan bekliyor. Başkanından hocasına, spor medyasından taraftarına kadar, yaz boyunca atıp tuttuktan sonra, yaz bitmeden ait olduğumuz lige döndük. Kazananın kesinlikle bir Türk takımı olacağı garantili lige…