Sınavdan yangına, faizden dere yatağına devlet
Bazı olayların seyrinden devletin işleyişine ve yönetebilme beceresine dair işaretler alabilirsiniz. Kamu idaresinin ne kadar kurallı işlediğini, hukuki veya disiplin içerisinde yürütüldüğünü anlayabilirsiniz. Ekonomi, dış politika, eğitim, yargı gibi büyük branşlarda olup bitenler zaten her gün görünür ve insanların bir fikri olur ama görünme sıklığı az olan bazı olaylar yönetim kapasitesi hakkında daha uyarıcı bilgiler ortaya koyar.
Mesela… Geçen yılın orman yangınları ve bu yılın başında yaşanan ilk büyük yangına karşı hazırlık ve müdahale kabiliyeti bu açıdan bir göstergeydi. Marmara Denizi’ndeki müsilajın yüzeye kadar çıkıp, ancak maksimum hasarı vermesinden sonra temizliğe başlanması gibi. Yahut da dere yatağına yapılan evlerin sel baskınlarında cana mal olması ama oralarda tekrar yapılaşmaya izin verilmesi. Veyahut, sağdan soldan kafa kaldıran, devlet memurlarının, bürokratların hakaret dolu sözlerinin alışkanlık haline gelmesi gibi…
KPSS sınavında ortaya çıkan ve daha soruşturma başlamadan ÖSYM Başkanı’nın işten atacak kadar iktidara tedirginlik verdiği anlaşılan soru meselesi de bu bahistendir. Bir vakitler, işleri ve eylemleri ülkenin en güvenilir kurumlarından birisi olan ÖSYM’nin son yıllarda baş aşağı giden itibarına son darbe böylelikle vuruldu. Kamuoyunda yaygın kanaatin adil bir sınav yapamayan, bu en basit işi bile başaramayan ülke olması şaşırtıcı değildir. Çünkü, ülkenin aynı zamanda birçok önemli ve kritik işi yapamadığı da görünüyor, biliniyor. Bir beceriksizlik ya da suistimal diğer bütün beceriksizlikleri ve suistimalleri birden çağrıştırınca insanlar başka ne düşünebilir?
Mesela… Türkiye’nin en prestijli kurumlarından birisi olan Merkez Bankası’nın son aylarda içine düştüğü haller. Çelişkiler, güven kaybettiren kararlar, belirsizlikler ve telaşlı bir gerçeği gizleme mesaisi… Akla hemen kayıp 128 milyar dolar geliyor, gelmesin. O zaten başlıbaşına bir büyük vaka. Cumhuriyet tarihinin en büyük gizemi. Nasıl böyle bir yanlış karar verilebildi, bir. Ve nasıl kimse bununu hesabını vermeden hayatına devam ediyor, iki. Dursun bir kenarda…
Şimdi ise küçük ama yine gizemli bir başka olay gündemde. Merkez Bankası Başkanı İstanbul Sanayi Odası’nda sanayiciyi, fırsatçılıkla, stokçulukla ve hatta dolar stokçuluğuyla itham etti. Yetmedi, her şeyi takip ettiğini, elinde belgeler olduğunu söyledi. Tepkiler, gürültüler, itirazlar yükselince bu kez TOBB’da makul bir sunum yaptığını duyduk. Yanlış anlaşıldığını ve kimseyi stokçulukla suçlamadığını söyledi. Devlette işlerin nasıl yürüdüğünü ve kamu yöneticilerinin hangi duyguyla karar aldıklarını anlamak için benzersiz bir örnekle karşı karşıyayız. Duygusal, öfkeli, tedirgin ve aslında hazırlıksız… Herkes biliyor ki Başkan, iş dünyasını stokçulukla suçlamadığını söyleyip sözlerini geri alırken de inandırıcı değil çünkü iktidar sözcülerinin tamamı yukarıdan aşağıya bu ithamı her gün yapmaya devam ediyor. Peki resimleri üst üste koyunca ne görünüyor? En önemli sermayesi güven olan bir kurumun, bu kalemde elinde avucunda ne kaldığı anlaşılıyor?
(Bu vesileyle, kuruluşundan bugüne Merkez Bankası’na ışık tutan ve hem tarih, hem de gazetecilik emeğiyle kaleme alınan Taha Akyol’un Laf Dinlemedi kitabını şiddetle tavsiye ediyorum. Taha bey sadece anlatmıyor, öğretiyor ve bakış açısı da veriyor. Bu kitapta “Nereden nereye” sorusunun cevabı da var, “Nasıl böyle olduk” hayretinin de… Taha Akyol/Laf Dinlemedi/ Doğan Kitap)
Güven, tutarlılık, liyakat ve ehliyet büyük küçük bütün devlet kurumlarının temel sermayesidir. Sermaye eksilmeye görsün, telafi edemezsiniz. Ya bir yangında ya bir sınavda ya da bir konuşmada kendini belli eder. Böyle zamanlarda yönetim kalitesi ve ehliyeti kolaylıkla anlaşılır. İşlerin aslında nasıl yürüdüğü de…