Rejimini ortada bırakan aydınlar!
Kapalı, otoriter ve dayatmacı rejimler hem kendi toplumunun, hem insanlığın ortak problemidir. Her durumda en doğruyu bilen, farklı görüşlere düşman ve yönettiği toplumların gelişme potansiyelini tehdit olarak gören yönetimlerin demokrasiye direnci daha fazla baskıyla mümkündür. Toplum nasıl giyinecek, nasıl hareket edecek, nasıl düşünecek ve kimi dost kimi düşman olarak görecek… Bütün normları onlar belirler. Devlet mekanizmaları, farklı fikirleri, çeşitliliği ve özgür tartışmayı mutlak bir disiplinle yasaklamak üzerine kuruludur. Bunun için devasa kurumlar, silahlı güçler ve bütün ülkeyi kuşatan istihbarat ağları oluştururlar. O ağdaki unsunlar, bir yandan sokakları kontrol ederken bir yandan da kendi kendini takip eder. Bütün bunların hülasasına da “güçlü devlet” adını verirler.
Devlet o kadar güçlüdür ki, hem bütün vatandaşlarının aldığı verdiği nefesi takip eder hem de bütün dünya kendisine karşı hesap-kitap, oyun ve kumpas peşinde olduğu için onlarla mücadele eder. Polis, asker ve yargı rejimin sarsılmaz hizmetkarıdır, onu korumakla görevlidir. Kaynaklarının büyük kısmını bu düzenin devamına harcarken, bitmek tükenmek bilmez komplo teorilerini canlı tutmaktan asla taviz vermez. Rejimin ideolojisi ne kadar tartışılmaz ve kutsalsa, komplo teorileri de ideolojiyi canlı tutmak için o kadar elzemdir. Çünkü, karşıtlık olmazsa değeri asla anlaşılmaz, kıymeti bilinmez.
İstisnasız bu rejimlerin tamamının halkı ya yoksul ya hak ettiğinden azına mecbur bırakılır ve kaçınılmaz olarak büyük çoğunluğu da rejimin düşman ülkeler listesine bir yerde gelecek hayal eder. Başarısız ama kibirli, verimsiz ama despot düzenlerin pratiği de kaderi de budur. İnsanların mutsuzluğu ve yoksulluğu pahasına bitmek tükenmez bir baskı ile sadece ve sadece rejimi ayakta tutmak hedefinin peşinden koşarlar. Onları kendi toplumları ve dünya için tehlikeli kılan da bu hedefte ısrar etmektir.
İran’da Mahsa Amini’nin ölümü üzerine başlayan ve önü alınamayan özgürlük arayışı gösterileri de bu tarz yönetimlerin yaşayan son trajedisini gösteriyor. Ölümle sonuçlanan bastırma girişimlerine rağmen olayların arkası kesilmiyor ve bir halk kendi adına en doğru hayat tarzını belirleyen ve bunu dayatan rejime karşı hayatı pahasına direniyor. Tepki artarken her geçen gün en sadık yandaşları için bile rejimi savunmak imkansızlaşıyor. İran Cumhurbaşkanı Reisi de bundan şikayetçi. Tahran'da "Medyanın Toplumu Aydınlatma Sanatı" başlıklı bir konferans düzenledi ve şunu söyledi: "Toplumun ileri gelenlerinden bazıları, son isyan olaylarında kendi devrimci görevlerini yerine getirmedi."
Reisi, “düşman unsurlar” sosyal medya aracılığıyla halkı an be an yönlendirirken rejimin aydınlarının sessiz kalmasına kızıyor. “Neden halka gerçekleri söylemiyor veya yazmıyorsunuz' dediğimizde 'Sosyal medyada aleyhimde algı oluşturulmasından ve linç edilmekten korkuyorum' diyorlar. Çok ilginç. Demek ki, sosyal medya bu kadar keskin ve korkutucu öyle mi?" diye hayret ifade ediyor. Rejiminin böyle savunmasız kalmasını anlayamıyor çünkü 40 küsur yıllık devrimin her şeyiyle mükemmel olduğunu ve halkı için en doğru şeylerin sadece devrim ruhuna sahip çıkmakla yapılacağını zannediyor. Faturayı da kendi yanlışlarına çıkarmak yerine, artık bu kadarını vicdanlarına kabul ettiremediği için en azından sessiz kalan aydınlara çıkarıyor. Şimdiye kadar disiplinli ve her konuda hazırlıklı zannedilen rejimin yetersizliğini ise, "Bugün insan kaynaklarımız, konuyu değerlendirme ve muhatabı etkileme kapasitemiz, karşı karşıya kaldığımız sorun (gösteriler) karşısında yeterli seviyede değil" diyerek açığa vuruyor.
Dünya da halkının baskılara karşı isyanını özgürlük arzusu değil, dış güçlerin kışkırtması olarak görmekte ısrar eden bir rejimin trajedisini izliyor.