Gerilime bahane arayan siyaset
Siyasete ve siyasetçiye güven çok yüksek değildi; son zamanlarda daha da düştü. Düşüşün ve kalite kaybının sebeplerini uzun izaha gerek yoktur. Başta iktidar olmak üzere siyasetin dilinde, davranış tarzında ve iletişim tercihlerinde ciddi bir seviye kaybı yaşanıyor. Siyasi malzeme olmayı hak etmeyen basit konular, ülkenin büyük problemlerinin önüne geçiyor veya o basit konuların büyük meselelerin önüne geçmesi için titiz bir strateji uygulanıyor. Her durumda sonuç değişmiyor… İşler kötüye giderken o işlere eğilmeyi zorlaştıran bir atmosfer basıncı siyaset marifetiyle bütün ülkeyi kuşatıyor.
Muhalefet de seviye konusunda çok iyi değildir. İktidarın kötü gidişiyle yetinen, vizyon veya yüksek siyaset üretme ihtiyacını görmezden gelen bir pratiğe mahkumiyetleri apaçık görünüyor. Esasen, “İktidardan daha iyisini yaparız” demekle yetinip, kalıcı vizyon ihtiyacını ıskalamaları affedilir değildir. Bu tercih doğal olarak siyasete güven problemini daha da büyütüyor.
***
Nasıl siyaset yapacakları muhalefetin tercihi ve sorunu ama ortamdaki kalite kaybı öncelikle iktidarın sorumluluğundadır. Problemlerle yüzleşmekten kaçınmak uğruna izlenen propaganda yöntemlerinin bizatihi kendisi devasa bir probleme dönüşmüştür. Doğru ile yanlış, değerli olanla değersiz arasında fark kalmayıncaya kadar aşındırılmış bir zemine doğru gidiyoruz. Akıl almaz komplo teorileri bilimsel ve tecrübeyle sabit doğrulara galebe çalıyor ve hakikatin sesi kısıldıkça kısılıyor.
Çünkü, siyasetin itibarında düşüklük, karartma gücü olmadığı anlamına gelmiyor. Dahası, siyaset gerçeği çarpıtma gücüne ilaveten gerilim üretme ve toplumu bu gerilimin tarafı haline getirme kapasitesini koruyor. En nihayet iktidarı kaybetmemek adına yapılabilecekleri makul gösterme ve tabana bunu anlatma becerisi bulunuyor. O kritik noktada siyasete güvenin olup olmadığı bir anlam taşımıyor. Aslolan kimlik, ihtiyaç ve taraftarlık adına insanları saf tutmaya davet edebilmek ve bunu bir ısrar dahilinde sürdürebilmektir. Türkiye’de olan da budur. Çünkü, iktidarla tabanının özellikle bir kesimi arasında tam da bu faaliyet için kurulmuş ve defalarca denenmiş bir iletişim mekanizması bulunuyor. Sezen Aksu kampanyası bir istisna olsa da insanların neden korktukları, neden çekindikleri, ne zaman kaygılanacakları biliniyor, gerisi de çorap söküğü gibi geliyor. İktidar tabanındaki korkunun benzeri muhalefette ise uzun süredir zaten sabit ve yaygın bir endişe halidir. Gerilim için her bahane bu sayede işe yarıyor, alan bulabiliyor.
***
İktidar siyasi sükuneti tercih etmiyor ama muhalefet de uygun fırsat buldukça gerilimin parçası olup; yorulunca bir kenara çekilip toz bulutunun inmesini bekleyerek toplamda gerilim siyasetinin tarafı olmaktan kurtulmuş olmuyor.
Türkiye’nin pozitif gündeme ihtiyacı var ama böyle bir girişimin gerilim hatlarını aşıp sahaya inmesi neredeyse imkansızdır. Ya iktidar gittiği yoldan dönecek ya da büyüklük muhalefette kalacak ve toplumu taraf haline getiren politik çatışmaların üzerinde bir yerde siyaset yapmayı tercih edecek. Gündelik gerginlikten uzaklaşıp ülkeye genel bir perspektiften bakabilecek olsalar, iki taraf da siyasi başarının buradan geçtiğini görecek ama mesele zaten burada düğümleniyor. Seviye ve kalite öylesine düşük ki çok yukarıya hedef koymak ya gereksiz bir enerji kaybı olarak görünüyor ya da belki “efendilik” gösterirken korkak veya ülke gerçeklerinden uzak kalmakla yaftalanma korkusu…
Oysa değişim hedefi olan siyasetin muhakkak surette önce alışkanlıkları, propaganda düzenini; yani paradigmayı değiştirmesi şarttır. Gerilimsiz bir ülke vaadinin sahiciliği de gerilimde maharet sergilemekten değil; gerilim zeminini tanımayan, o tarza prim vermeyen, o faaliyetin bir parçası olmayı kategorik olarak reddeden bir siyasi ustalıktan geçiyor.