Gel de o soruyu sorma?
Cumhurbaşkanı Erdoğan hem seçim beyannamesi konuşmasında söyledi, hem de bir süredir her fırsatta depremde yıkılan evlerin bir yıl içerisinde yapılacağını söylüyor. “319 bini bir yılda teslim edilecek şekilde toplam 650 bin konut yaparak, yaraları saracağız” diyor. Aynı mesajı Çevre ve Şehircilik Bakanı Murat Kurum da tekrarlıyor ki seçim kampanyasında bu mesajı daha sık duyarız.
Devletin, evleri yıkılan ve şimdi bir çadıra bir konteynere muhtaç duruma düşen vatandaşlara olabilecek en hızlı şekilde ev yapacağını müjdelemesi güzel bir şeydir. Kimileri rakamları abartılı buluyor, kimileri bunun seçim öncesi coşkulu bir vaat olduğunu söylüyor. Fark etmez… Seçim yatırımı bile olsa gerekli ve değerli bir söz. Her şeyden önce o konutların yapılması lazımdır.
Peki, bu müjdeyi duyunca akla şu soru gelmiyor mu?
Madem devletin deprem bölgesindeki evleri bir yıl içinde yapabilme kudreti, kapasitesi ve kaynağı vardı; bunun için neden şehirlerin yerle bir olması ve insanların ölmesi beklendi?
Neden aklımız başımıza, en az 50 bin -belki 100 bin- insanımızın ölümünden, şehirlerin enkaza dönüşmesinden sonra geldi? Neredeyse günü, saati tahmin edilen, şiddeti ve hatta ölüm sayısı kesine yakın hesaplanan bir depremi eli kolu bağlı beklemek yerine; neden bir yıl önce, beş yıl önce, 15 yıl önce tedbir alınmadı. Devletin bir yılda 319 bin, kısa sürede de 650 bin konut yapabilme kapasitesi varken, bu neden kullanılmadı?
Soru, en yukarıdan Cumhurbaşkanı’ndan aşağıya herkese ve elbette Çevre-Şehircilik Bakanı’na.
Murat Kurum, inşaat uzmanıdır ve sektörün içinden gelen bir isimdir. Maraş’ta, Adıyaman’da Hatay’da, Nurdağı’nda, İslahiye’de şimdi artık yerinde olmayan binaların ilk sarsıntıda yıkılacağını en iyi o biliyordu.
6 Şubat’ta olduğu gibi gerçekleşecek bir depremde, o binalarda oturan insanların sağ kalamayacağını da mutlaka biliyordu. Beş yıllık bakanlığı döneminde önüne onlarca rapor konulduğu sır değil çünkü kendisi de deprem konusundan çok defalar bahsetti. Sadece Kurum değil, konuyla az çok alakası olan herkes, yaşanan acı sonuçlarıyla birlikte 6 Şubat’ı biliyordu ve bekliyordu. O kadar ki Kahramanmaraş Depremi için raporlar yayınlandı, anonslar geçildi, hatta prova bile yapıldı.
Herkes depremi bekliyordu ve her şeyi biliyordu ama bilinmeyen tek şey, depremde yıkılan konutların aslında çok önceden ve çok kolaylıkla yapılabileceğiydi. O binalar yıkılmadan ve içinde insanlar ölmeden hepsini dönüştürmek için bol bol zamanımız ve kaynağımız varmış. Kimse bunu bilmiyordu. Deprem olana kadar, ufukta seçim sandığı görülene kadar.
Meğer çok kolaymış, meğer kentsel dönüşüne engel çıkarılıyor lafları palavraymış, meğer bir parmak şaklatmakla 650 bin konut birden yapılabiliyormuş. Para, altyapı, personel, makine, malzeme hepsi varmış. 50 -ya da 100 bin- hayatı kurtarmak ve artık birer enkaza dönüşen şehirleri kurtarmak, onları depreme dayanıklı hale getirmek basit bir karardan ve irade koymaktan ibaretmiş. Bunu yeni öğrendik.
Ölen öldükten, şehirler yerle bir olduktan ve hepimizin hafızasına unutulmaz bir travma yüklendikten sonra.
Gel de “Niye bugüne kadar evleri yıkıp yeniden yapmadık” diye sorma, gel de kahrolma…
Konutların hızlı yapılacak olmasını ‘büyük devlet böyle yapar’ edasıyla sunmuyorlar mı? Bir soru da burada. Büyük devlet hangisidir? İnsanlarının depreme dayanıksız evlerde oturmasına ve orada ölmesine izin veren devlet mi, ülke harap olduktan sonra, on binlerce insan öldükten sonra inşaatçılık yapan devlet mi?
Hangisi büyük devlet acaba?
Kısıtlı kaynaklarının büyük kısmını inşaata ayırmasına rağmen bir depremde yerle bir olan devlet mi büyük yoksa en acı tecrübelerden ders alabilen, zamanında plan ve hesap yapabilen, tehlikeyi görüp tedbir alabilen devlet mi?