Hayâl eğitimi
Çocuklarımızın, gençlerimizin hayal eğitimine ihtiyacı var. Formel eğitim ve bilgiler onların var olan hayal etme kapasitelerini belki de törpülüyor. Aşırı doz teknolojiye boğulmuş bir çağda çocuklarımızın zihinlerinde ve kalplerinde hayâle zaman ve yer kalıyor mu acaba?
Yeni teknolojiler ve alışkanlıklarla birlikte beyinlerimiz evrimleşiyor, değişiyor. Peki ya hayâllerimize ne oluyor? Yahya Kemal’in o güzel deyişiyle “insan bu alemde hayâl ettiği müddetçe yaşar”!
Yarın için bir hayalimiz yoksa, bu sabah bizi yataktan kaldıran şey ne? Alışkanlıklar mı, ya da gürültü mü.. Daha içerden gelen bir şeyden bahsediyorum. İçini yiyip bitiren bir şeye kavuşma arzusundan. Kendini gerçekleştirme, varoluşuna anlam kazandırma arayışından. Keşfetme, öğrenme ve paylaşma isteğinden. Farklı olma arzusundan. Fark yaratma isteğinden. Neden ki? İnsan olmak böyle bir şey çünkü.
Eğitimin amacı biraz da bu değil mi: Herkesin hayaline ulaşması! Peki herkesin gerçekten bir hayali var mı? Özellikle eğitim çağındaki çocuklarımız ve gençlerimize neyin hayalini kurduruyoruz? (Akıllı telefonlara sahip olmaktan öte…) Neyin sancısını çekiyor bu çocuklar? Bu sancıyı kim onların önüne koyacak? Eğitimciler peki, nasıl bir hayâlin peşindeler..? Gerçekten eğitim felsefemiz bir ‘hayâl’in peşinde mi? Zor sorular.
Duası olmak, ümidi olmak, hayâli olmak.. Hep benzer ufukların bir izdüşümü. Herkes kendi içine dönüp düşünsün isterim. İnsan bir şekilde hep hayalinden geçirdiği, duasını ettiği şeyi yaşıyor. Azıyla çoğuyla, ama kesinlikle böyle. İnsan, bu yüzden duasına dikkat etmeli, duasını tam yapmalı.
Tanrılar Okulu’nun ana mesajı: düş kur!
Tanrılar Okulu kitabının efsane yazarı Stefano D’anna tarafından İtalya’daki bir yıllık eğitim programına davet edilmiştim. İtalya’daki yaşam giderlerini karşılamak için burs bulamadım ve gidemedim. Ama hiç önemli değildi. Ben zaten O’nun kitabından öğreneceğim şeyi öğrenmiştim “visibilia ex invisibilibus” yani “görünenler, görünmeyenlerden çıkar!”. Şu an gördüğümüz, dokunduğumuz her şey bir zamanlar birilerinin hayaliydi, düşüydü. Bizler de anne babalarımızın düşleriyiz. “İnsan” da tanrının bir düşü değil miydi? Görünenler görünmeyenlerden çıkıyor.
Şu an zihninizde, kalbinizde görünmeyen şeyler neler? Onlar da mutlaka uygun zaman, uygun ortam bulunca görünür olacaklar, gerçek olacaklar. Stefano’nun formülüyle: Düş + Zaman = Gerçek. Yani her düşün gerçekleşmesi için biraz zamana ihtiyacı vardır. Sadece zaman. Düşlerine inanmaya, yatırım yapmaya, emek vermeye devam et. Onu içinde besle, büyüt. Ona inan. Onun bir gün gerçek olacağına iman et. Noktaların birleşmesini sabırla bekle. Öyle olacak çünkü. İnanmazsan içindeki o “hayâl tohumu” ölür. Hayallerini öldüren neyi yaşatabilir ki?
Çocuklarımıza hayal eğitimi vermeliyiz. Nasıl hayal edilir? Bunun üzerine mesai harcamalıyız. Hayal etmek, bizi nasıl değiştirir? Kan akışımızı, beynimizi, duygularımızı, alışkanlıklarımızı, zaman yönetimimizi? Hayali olanla, olmayan arasında ne tür farklılıklar vardır? Bunlar üzerine çalışmalıyız.
Çocuklarımızın hayal etme kapasiteleri için de en önemli şeylerden birisi okuma alışkanlığı kazanmaları ve soyut düşünme yeteneklerinin gelişmesi. Bu yüzden çocuk edebiyatına daha çok önem vermeliyiz. Kültür Bakanlığı ve Milli Eğitim Bakanlığı bu konuda teşvik edici olmalı, çağrıya çıkmalıdır.
“Yaparak öğrenme” atölyeleri her yerde yaygınlaştırılmalı. Çocuklar “seyirci” pozisyonuna çakılı hale getirilmemeli.
“Yaratıcılık”, “yenilikçilik” nedir, nasıl gelişir, ne yapılmalıdır sorularını “start-up”çılar dışında akademiden de duymak, öğrenmek istiyoruz.
Düş gücü gerçeklikten bir kaçış değildir. Bilakis gerçekliği ve gerçeği inşa etmenin en yetkin aracıdır. Düş gücünü asla küçümseme.
Biraz çılgın olmayı göze almadan yeni şeyler aramayı ve bulmayı umma. Mantıklı düşünerek ancak “mantıklı” bir yere varabiliriz. Oysa mantığın ötesini hedeflemeliyiz, insanız ve biraz da hamurumuzda var bu. Einstein’ın da dediği gibi: mantık sizi A noktasından B noktasına götürür, hayâl ise her yere.
Bilim-kurgu edebiyatı ve facebook’un, sosyal ağların hikâyesi
Bilim tarihi bize, bir zamanlar hayâl olan şeylerin, daha sonralarda “noktaların birleşmesiyle (steve jobs)” gerçekleştiği sayısız hikaye anlatır.
Ütopya edebiyatı, bilim kurgu edebiyatı maalesef bizde fazla gelişmiş değil. Oysa sadece bilim-kurgu edebiyatı güçlü ve zengin olan toplumlar bilimsel ve teknolojik sahada kendilerini gösterebilirler. Zira fütüristik düşünce gelecek odaklı bir formasyondur ve bu da yeniliği ve değişerek gelişmeyi merkeze alır.
Şiir ve mitolojisi olmayanın felsefesi, bilim-kurgu edebiyatı olmayanın bilim ve teknolojisi olmaz. Bilim ve teknoloji alanındaki azgelişmişliğimizi, bilim-kurgu edebiyatımızdaki az gelişmişliğimizle (hiç gelişmemişliğimizle hatta) gayet tabii yorumlayabiliriz. Bizde (her anlamıyla ‘biz’de) neden bir tür olarak bilim-kurgu edebiyatı gelişmemiştir? Bunun ilk nedeni olarak bu alanda bir talebin olmaması söylenebilir. Acaba bizler geçmiş odaklı toplumlar mıyız? Daha önemli ikinci neden ise bilim-kurgu yazabilecek kadar bilimsel bilgiye sahip olan yazarlarımızın azlığıdır.
Basın yayın organlarında Bilim Muhabirliği Birimi ve Bilim Muhabirleri bile olmayan bir ülkede bilim-kurgu yazarı olması beklenemezdi zaten. Her gün saçma sapan çevrilmiş, uyduruk, çakma bilim haberlerine hepimiz aşinayız.
Network teorisi
Bilim kurgu edebiyatıyla bilim-teknoloji arasındaki doğrusal ilişkiye dair bir örnek vermek istiyorum. Yıl 1929, yer Macaristan. Frigyes Karinthy isimli bir yazar “Zincirler”(L\’aancszemek) adlı bilim-kurgu hikayesinde herhangi iki kişi arasında en fazla 6 kişi olduğunu önermiştir. Öyküdeki kişi bu konuda bir grup kişiyle iddiaya girmektedir.
Macaristan’dan çıkan bu önerme, 1961 yılında Massachusetts Institute of Technology’de yankılanır ve burada doktorasını yapan Micheal Gurevich’in ve sonrasında Sosyal Şebekeler üzerine araştırmalar yapan matematikçi Manfred Kochen’in ilgisini çeker. Kochen’e göre Amerika Birleşik Devletleri sınırları içinde, birbirinden habersiz 2 kişi, en az 2 en çok 6 tanıdık aracılığı ile bir araya gelebilir. Altı Derecelik Ayrım (Six Degrees Seperation) teorisinin akademik düzlemde sahibi olan Milgram, Harvard Üniversitesi’nde Gurevich’in deneylerini devralır, Kochen’in hiçbir zaman yayınlamadığı el yazısı notlarından da yararlanarak deneyler kurgular ve özel hesaplamalarla “6 Derecelik Ayrım Teoremi”ni akademik bir fenomene dönüştürür. Teori uluslararası şöhretine de Amerikalı oyun yazarı John Guare’nin yazdığı oyunla kavuşur. Daha sonra aynı isimle film de çekilir.
Bu teori yalnızca insanlar arasındaki uzaklığın en fazla 6 derece (kişi) olduğunu söylemiyor. Bu teori aynı zamanda diğer canlı, cansız ve soyut ağlar için de geçerli. (Bkz. BBC’nin teoriyle aynı ismi taşıyan belgeselini izleyebilirsiniz). Örneğin, ekonomiler, terörist oluşumlar, salgın hastalıklar (pandemi; ebola, aids gibi), modalar, trendler, reklamlar, akımlar, dedikodular, buluşlar, iş bulmalar, evlilikler, fikirler vb. hep bu 6 Derecelik Ayrım teorisi çerçevesinde işliyor, gelişiyor. Böyle bakınca evleneceğiniz kişinin en fazla 6 kişi uzakta olduğunu bilmek ilginç olsa gerek. Veya da, dünyanın herhangi bir yerinde yaşayan hayalinizdeki oyuncuyla, sporcu veya siyasetçiyle tanışma ihtimalinizin ne kadar fazla olduğunu bilmek sizce de çok ilginç değil mi? Düşünsenize, tanışmak istediğiniz O kişi en fazla tanıdığınızın tanıdığının tanıdığının tanıdığının tanıdığı olacaktır.
İlk Sosyal Ağ sitesi sanıldığının aksine Facebook değildir. İlk Sosyal Ağ sitesi 1997 yılında yayına başlayan SixDegrees.com sitesidir. Sizin de fark ettiğiniz gibi bu sosyal ağın ilham kaynağı yukarıda sözünü ettiğimiz 6 Derecelik Ayrım (Six Degrees Seperation) teorisi. Bu site üyelerine, profil oluşturma, arkadaşlarını listeleme ve arkadaşlarının listelerini inceleme imkânı sağlamıştır. SixDegrees kendisini insanların bağlantı kurmalarına ve birbirlerine mesaj göndermelerine yardımcı olan bir araç olarak tanımlamıştır. Aynı Facebook gibi; Facebook’un sloganını hatırlayın!: Facebook tanıdıklarınla iletişim kurmanı ve hayatında olup bitenleri paylaşmanı sağlar.
Düş kurma yetisi bir armağandır
Düş kurmak Allahvergisi bir yetenektir. Kimi çok kullanır, kimi az, kimi hiç. Kiminde ışıltılıdır gözler, hayaller yüzünden.. Kiminde paslanmıştır düşler, gülüşler, öpüşler. Hayalsizlikten! Ölüdür. Hükümsüzdür.
Bazen hayalsiz kaldığım zamanlarda, ölme zamanım gelmiş demek ki diyerek içsel bir telaşa kapıldığım oluyor. Hemen kendimi sorguluyorum, “hayat amacım ne?” diyerek.. Sahi “hayat amacım” ne? Çok zor soru. Deneyin görün.
Sizi bu soruyla baş başa bırakarak, aradan çekiliyorum.
Sahi, hayat amacınız ne?