Akademik yazım üzerine – II
Akademik yazım üzerine – II
Söz uçar, yazı kalır.
İlk bilimsel dergiler 1665’de ortaya çıktı. 5 Ocak’ta Fransa’da Journal des Sçavans ve 6 Mart’ta İngilterede Philosophical Transactions of the Royal Society of London yayımlandı. O zamandan bu yana akademik yazımın kuralları ve teamülleri konusunda çok yol kat edildi. Ekoller oluştu, standartlar geliştirildi. Bu yazıda akademik yazım konusunda geldiğimiz son noktadaki bazı temel anlayışlara değinmeye çalışacağım.
Bir bilim insanı her şeyden önce bilimsel çalışmalarıyla değerlendirilir. Espritüelliği, başka alanlardaki yetenekleri, ideolojik tavrı, cemaatlere mensubiyeti veya lüzumsuz kampanyalara imza atmasıyla değil bizatihi yayınlarıyla değerlendirilir. Bir şeyin bilimsel bilgi olarak değerlendirilebilmesi için de onun yayımlanması ve literatüre girmesi gerekir.
***
Altın kural: basitlik!
Bilimsel yazımın yapısı basit, anlaşılır ve açık olmalıdır. Bilimsel yayınlardan beklenen şey yenilik, literatüre katkı ve orijinalliktir. Buradaki yeniliğin ve ‘bilime katkı’ yapılan kısmın açıkça ve yalın bir şekilde ifade edilmesi gerekir ki makalenizin özü gürültüye gitmesin, milyonlarca makale arasında bir ‘uğultu’ya dönüşmesin. Felsefî tartışmalarda şöyle bir soru sorulur; hiç kimsenin olmadığı bir ormanda bir ağaç devrilse, ağacın devrilme sesi gerçekten çıkmış sayılır mı? Cevap, hayır. Bir algılayan olmadan ‘varolma’ da yoktur. Bilimsel yayınların da, devasa makale ormanında ses getirebilmesi için bir algılayanı yani okuyucusu ve en önemlisi de anlayıcısı olması gerekir. Okuyucuyu yakalamak için de yazının anlaşılır ve güzel yazılması çok önemli.
Yayımlanmış ama ne dediği tam anlaşılmayan, iyi yazılmamış bir makale gerçekten yayımlanmış mıdır? Cevabı artık biliyorsunuz.
Makalenizin fikir-orjinalite kısmını oluştururken aylar yıllar süren bir çalışma içinde olabilirsiniz ama aynı çabayı ve özeni yazma aşamasında göstermezseniz, kendinize ve fikrinize haksızlık etmiş olursunuz.
Beş kelimeyle anlatabildiğiniz bir şeyi 10 kelimeyle anlatmaya çalışmak iki taraf için de kayıptır.
Okuyucunun, tabiri caizse yakalanacağı en önemli unsur ‘başlıktır’. Başlıklarınız ilgi çekmeli, konunun özünü vermeli. Spesifik olmalı. İlgi uyandırmalı. Soru sormalı. Yazınızın ne hakkında olduğunu açık etmeli. Bir başlığı 1000 kişi görüyorsa, özeti 100 kişi okur, makalenizin hepsini ise çok çok daha azı. Makaleyi kitlelere ulaştıran en önemli şey başlıktır, ondan sonra özet gelir. Başlığı günümüzde sosyal medya hesaplarımızda yaptığımız etiketleme gibi düşünebilirsiniz. İyi yazılmış bir başlık arama motorları kullanan araştırmacılar için daha kolay erişilebilir olacaktır. Özet ise en son yazılır. Yeterli somut bilgi içermelidir. Özet, makalenizin adeta bir reklamıdır. Ne fazla kelime, ne eksik bilgi olmalıdır.
Makale yazarken konuyla ilgili literatürün tamamen taranması ve bilgilerin toplanması çok önemlidir. En zor kısmı belki de burasıdır. Yazım aşamasında (ki aslında her aşamada yazmayı sürdürmeli, notlar almalısınız) bir yazım planı / kavram haritası çıkarmanız çok işinize yarayacaktır. Bunun için www.coggle.it sitesini kullanabilirsiniz. İşinize yarayacaktır. Bir kavram haritası çıkarmak ‘teorik çerçeve’nizi belirlemede yardımcı olacaktır. Teorik çerçevesi olmayan bir makalenin bilimsel bir değerinin olabilmesi zordur. Bunun için daha en başta fikirlerinizi hangi teorik çerçeve içinde ortaya koyacağınızı netleştirmelisiniz.
***
Bilimsel yayınların hedef kitlesi kimdir?
Bu yazıda sadece burayı anlayıp uygulasanız yeter: bilimsel makalenin amacı olabildiğince “genel okuyucu” tarafından okunmak ve anlaşılmaktır. Burada ‘genel okuyucu’ tabiri yazdığınız konuya ilgi duyan, eğitimli herhangi birini niteler. Bilimsel makaleler, akademisyenler, bilim adamları, editörler veya seçkin bir zümre için yazılmazlar. Maalesef, Türkiye’deki akademilerde bu konuda bir bilincin, özen ve farkındalığın, olmadığını görmek üzücü. Üst perdeden ve ne dediğini kendi alanındaki insanların bile anlamakta zorlandığı, uyduruk, zorlama bir Türkçeyle kaleme alınmış makalelerle etrafımız çevrilmiş durumda.
Bunun en kötü tarafı da bu hocaların yetiştirdiği yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin de makale yazmayı ve ‘akademik yayın yapmayı’ böyle bir şey zannetmeleri. Bitmek bilmeyen cümleler ve onları açıklayan yan cümleler ve onları da açıklayan yan cümleler… Bundan şiddetle sakınmalı. Bu bir kısır döngü. Bu kısır döngüden çıkmak için sadece 350 yıllık geçmişi olan ve sürekli gelişen, değişen ‘akademik yazım’ tarzlarına, ritüellerine hakim olmalı, bu konularda kendimizi geliştirmeliyiz. Bu konuda en önemli görev hiç şüphesiz üniversitelere düşüyor. Yüksek lisans ve doktora seviyesinde mutlaka “Bilim Etiği, Akademik Yayın ve Araştırma” dersleri zorunlu ders olarak verilmeli. Bu dersleri almadan iyi tez yazmak, iyi yayın yapmak mümkün mü?
***
Bilim etiği ve eğitimi
İyi niyetlerle hazırlanan ve ilk kez bu yıl uygulanan akademik teşvik yasası, akademyamızı niteliksiz yayınlara boğmamalı. Ve hatta intihal vakalarıyla sık sık gündeme gelen akademyanın artık bu konuda daha bilinçli ve dikkatli olması gerekir.
Akademik yazımın öğrenilmesi konusunda kendi adıma şanslıydım. Erasmus öğrenci değişim programı için gittiğim Kopenhag Üniversitesi Niels Bohr Enstitüsü’nde akademik yazım dersi alma fırsatım oldu. Ayrıca bu konularda birikimi ve deneyimi olan yüksek lisans danışmanım, Giresun Üniversitesi Rektörü Sayın Prof. Dr. Cevdet Coşkun’dan çok şey öğrendim. Sayın Coşkun geçenlerde bir gazetede yazdığı “Bilim etiğine dikkat!” başlıklı yazısında şöyle diyor:
“Acaba daha fazla kazanmanın itici gücüyle daha fazla yayın yapmaya sevk edilen akademisyenlerimiz araştırma ve yayın etiği konularında ne kadar bilgili? Yapılan çalışmalar göstermiştir ki (bile-isteye yapılan ihlallerin yanı sıra) bilimsel çalışmalardaki etik ihlaller büyük ölçüde bu konudaki bilgi eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Peki, üniversitelerimizde Bilim Etiği dersleri zorunlu olarak okutulmakta mıdır? Maalesef hayır! Birçok üniversitede bu adla okutulan bir ders bile yoktur. Olanların çoğunda ise seçmeli olarak okutulmaktadır. Dahası, bu konuda ders verecek yetişmiş hocalarımızın sayısı da oldukça azdır. İntihal, sahtecilik, çarpıtma, duplikasyon, dilimleme, uygun olmayan atıf ve hediye yazarlık vb. ihlaller birçok araştırmacı tarafından yeterince bilinmemektedir. Üzülerek belirtmeliyim ki birçok akademisyenimiz etik ve ahlak arasındaki farkı dahi tam olarak anlayabilmiş değildir.”
Bir bilim adamı olma eğitimi, yayın yapma yeteneğini tam anlamıyla kazanmadan tamamlanmış değildir.
Robert Day’in de dediği gibi;
“bilimsel yazım dersi okutmayan üniversiteler, kendilerinden utanmalıdırlar”.
***
Akademik yazımda gözetilmesi gereken temel hususlar
Yukarıda da değindiğimiz, yazdığınız konuya ilgi duyan ve genel bilgisi olan bir kişi yazdıklarınızı takip edebilmeli. Sonuçta yazdığınız dergileri okuyanların hepsi akademisyen değildir. En azından öyle olmadığını umuyorum. Doğrusu da budur.
Bilim adamları yazmayı sevmiyorlar, bunu görmek zor değil. İyi bir okur olunmadan iyi bir yazar olunamayacağı açıktır. Bunun için de alan dışı ve alan içi ayırt etmeden bir çok alanda yazılmış iyi makaleleri, eserleri okumalısınız. İyi bir akademisyen iyi bir kitap avcısı olmalıdır. Bir önceki yazımızda değindiğimiz gibi ‘serendipity’nin nimetlerinden yararlanmak ve yazımızın orijinalliğinin, bilime katkı düzeyinin artması için alan dışı okumalara özellikle önem vermeliyiz.
Makale yayınlama konusunda izlenebilecek iki yol var. İlki, yazmış olduğunuz makaleniz için yazım stilinize, konunuza ve bağlamınıza uygun bir dergi bulmak. İkincisi ise, önce hangi dergide (network’te – her dergi kendine özgü bir networktür) yazmak istediğinize karar verip o derginin hedeflerine (scope) ve tarzına göre yazmak.
Bilimsel yazımın en önemli öğesi tekrar üretilebilir (replicable) olmasıdır. Sizin adımlarınızı takip eden dünyanın herhangi bir yerindeki başka birisi de aynı sonuçlara/yorumlara ulaşabilmelidir. Makalede verilen bilimsel bilgilerin, yöntemin ve elde edilen sonuçların tekrarlanabilirliği bilim felsefesinin en temel doktrinidir.
***
Balık metaforu
Kopenhag Üniversitesi’ndeki akademik yazım hocam bir makalenin formu, bir metafor olarak, balığın formuna benzemeli derdi. Balığın baş kısmı makalenin başlığı(kısa ve dikkat çekici), balığın baş kısmına göre daha geniş olan kısmı giriş ve problemin tanımlanması, balığın en etli, en geniş kısımları ise literatür ve katkılar, fikirler, önerileri temsil ediyor bu metaforda. Dar olan kuyruğu da sonuç-özet kısmını.
***
Akademik yazım konusu bu yazıyla son buldu.
Gelecek hafta başka bir konuyla devam edelim.