Kur’an, kendisini ‘okuyan’a ne verir? [2]
Geçen haftaki yazımda, insanoğlunun pek çok konuda değişmeyen ihtiyaçları ve arayışlarının bulunduğunu, Kur’an penceresinden baktığımızda bunların en önemli ve kapsayıcı olanlarının dört ana noktada toplanabileceğini belirtmiştim. Bunların ilkinin de “varlığı anlamak, kavramak ve varlığın görünen yüzünün ötesindeki En Yüce Gerçeğin bilgisine ulaşmak” olduğunu ifade etmiştim.
Bu konuda önceki yazdıklarıma şunları da ilave edeyim:
Kur’ân-ı Kerîm, ilk bakışta nelerden ve nasıl bahsediyor görünürse görünsün, başından sonuna, varlıklar dünyasının arkasından bize yansıyan “göklerin ve yerin ışığı” ile aydınlanmamızı hedeflemektedir. “Allah göklerin ve yerin nuru, ışığıdır” (Nûr 24/35). O Işık ile aydınlanmamız için bilim ve tefekkürle kendimizi O’na, O’nun rahmet ve inayetine açmamız gerekir; baş sorumluluğumuz budur. Kendisine uyanları Yüce Allah’ın “dosdoğru yol”una ileten, “karanlıklardan çıkarıp aydınlığa taşıyan” Kur’an ve peygamber ışıktır (Mâide 5/15-16), diğer mukaddes kitaplar ışıktır (Mâide 5/44, 46). Bunlar mutlak hakikat, iyilik ve güzellik arayışımızda yolumuzu aydınlatırlar (Âl-i İmrân 3/184; Ahzâb 33/46). Diğer değişmeyenlere gelince, yerim dar olduğu için özetle arz edeyim:
2. İnsanoğlunun diğer bir temel arayışı, kendisi ve kendisinin bir parçası olarak bildikleri hakkındaki kaygı ve korkulardan kurtulmaktır. Ünlü düşünür ve âlim İbn Hazm (ö. 456/1064), insanın bütün kaygı ve korkularının temelinde “güvensizlik duygusu ve kaygısı”nın olduğunu; bütün çabalarının özünde de bu kaygıdan kurtulmak (tardü’l-hemm) bulunduğunu belirtir. İbn Hazm’in çağdaşı olan İmam Mâverdî’nin muhteşem eseri Edebü’d-dünyâ ve’d-dîn’deki şu cümle, insan hayatının en büyük ihtiyaçlarından birinin şiirsel bir özetidir: “Güvenlik en mutlu hayat, adalet en güçlü ordudur.” Her birimiz, güvenlik ve adaletin korumasından mahrum kaldığımız durumlarda, sahip olduğumuz bütün imkânların ne kadar önemsiz kaldığını kişisel deneyimlerimizde biliriz.
İlginçtir ki, ‘iman’ (inanma) ve ‘emn’ (emniyet: güvenlik) aynı köktendir. Kelimenin doğru anlamıyla iman eden emniyette olur. Kur’ân-ı Kerîm aklını, gönlünü ve hayatını Allah’a kapatan insanın yalnız, yoksul ve çaresiz olduğunu ısrarla hatırlatır. Allah’a iman edip O’na saygıyla bağlananlar ise “Allah’ın dostları” (evliyâullâh) olur; korku ve kederden, güvensizlik duygusundan kurtulurlar (Yûnus 10/62).
3. İnsanın diğer bir ihtiyacı ve arayışı, içinde kendisinin de hem ödevler yükleneceği hem iyilikler göreceği bir ahlâk dünyasının varlığıdır. Ahlâk bilginleri ve düşünürleri, en kötü insanın bile her tarafta kötülüğün hâkim olmasını istemeyeceğini söylerler. Çünkü ahlâk antropolojik bir gerçekliktir.
Fakat öte yandan “insan insanın kurdudur.” Bu sözün sahibi İngiliz düşünür Hobs’tan yüzyıllar önce Endülüslü İbn Hazm de Müdâvâtü’n-nüfûs adlı eserinde, “İnsanın insandan çektiği acıları, insanoğlu yırtıcı hayvanlardan bile çekmemiştir” der. Bunun en son şahidi Gazze’de devam eden soykırımdır.
Kur’an’ın hâkim konularından biri, insanı bu acımasızlık ve hoyratlıktan kurtaracak olan ‘ahlâk terbiyesi’dir. Kur’an ısrarla ifade eder ki, bütün kötülüklerin temelinde bencil ve çıkarcı duygular vardır. Kur’an bu duygulara kapılanları ısrarla eleştirir ve bunun apaçık bir sapkınlık olduğunu bildirir (meselâ bk. Yâsîn 36/47; Fecr 89/15-20; Hümeze 104/1-3; Mâûn 107/1-7). Keza yüzlerce ayet dostluk ve kardeşlik, adalet, ahde vefa, bağışlama, özveri, yumuşaklık, ağırbaşlılık, sabır ve tahammül, sevgi, şefkat, nezaket ve merhamet, yardımlaşma ve paylaşma gibi erdemlerle donanmanın öneminden söz eder. Böylece Kur’an, kendisini okuyana, kâmil ahlâkın, mükemmel insaniyetin yollarını öğretir.
4. Nihayet insanoğlunun en temel arayışlarından biri de ‘mutluluk’tur. Fakat mutluluk göreceli bir kavramdır. İnsanlığın yaşadığı ve yaşamakta olduğu büyük acıların derinlerinde vahşi bir mutluluk arayışının bulunduğu da kuşkusuzdur. İnsanoğlu, mutluluk anlayışını ve arayışını bu dünyanın kaba zevkleriyle sınırladığı sürece bu acılar da sürüp gidecektir. Buna karşılık Kur’an’ı doğru okuyan kimse, asıl mutluluğun, sonu keder ve hüsranla bitme riski taşıyan basit ve gelip geçici zevklerin aksine, -doğru bir imanın yanında- dünyada başkalarının mutluluğu uğruna kendi zevklerinden feragat etmekte olduğunu görür.
Mutluluk, Kur’ân-ı Kerîm’in pek çok ayetinde türlü cennet nimetleriyle tasvir edilir. Fakat en yüce mutluluk, Kur’an’ın her şeyin üstünde ve her şeyden daha değerli olduğunu bildirdiği “Allah rızası”dır (Tevbe 9/72). Bunun yolu ise, doğru inancımız ve ‘sâlih ameller’imiz (mutlak iyi ve yararlı işlerimiz) sayesinde bu rızaya lâyık birey ve toplum olmamızdır (Mâide 5/119; Nahl 16/97; Beyine 98/7-8).