Kur’an, kendisini ‘okuyan’a ne verir?
Kuşkusuz asırlar değiştikçe insanların ihtiyaçları, arayışları, amaçları, hayata bakışları ve ondan bekledikleri de değişmektedir. Kur’ân-ı Kerîm insanlık için gönderildiğine göre, onda bu beklenti ve arayışları iyisiyle kötüsüyle değerlendiren, onlara cevaplar içeren açıklamalar, vaadler ve uyarılar olacaktır. Ancak konuya daha derinlemesine bakıldığında bu değişmelerin yüzeysel olduğu; insanın asıl ihtiyaçlarının, sorunlarının ve beklentilerinin, bu değişenlerin ötesinde ve daha derinlerde bulunduğu görülür. Onu doğru okuyana Kur’an, bu değişmeyen ihtiyaçları ve beklentileri karşılamanın, bu konuda önümüze çıkan engelleri aşmanın yollarını gösterir.
Bu değişmeyenler nelerdir? Kuşkusuz insanın pek çok konuda değişmeyen arayışları varsa da benim anlayabildiğim kadarıyla bunların belli başlılarını dört ana noktada toplamak mümkündür. Bu yazımda –diğerlerini sonraya bırakarak- bunların ancak ilkini ele alabileceğim.
1. İnsanlık tarihi bize göstermektedir ki, insanoğlunun en temel ihtiyaçlarından biri varlığı anlamak, kavramak ve –bilimdekine benzer bir tümevarım yöntemiyle- varlığın görünen yüzünün ötesindeki En Yüce Gerçeğin bilgisine ulaşmaktır. Tarihin bütün dönemlerinde insanlığın en temel gerçeklerinden olan dinî inanç ve yaşayış biçimleri bu arayışa verilen birer cevaptır.
Kur’an da öncelikle insanın bu köklü ihtiyacını karşılamak, bizi varlığın görünen tarafının arkasındaki gerçeğe götürmek üzere, kendi özümüzden başlayarak (Fussılet 41/53), sivrisinekten (Bakara 2/26) “semâvât ve arz”a (Âl-i İmrân 3/190...) kadar varlıklar dünyasını, kâinat kitabını önümüze açar; aklımıza, fikrimize, idrakimize sunar. Nihayetinde bizi en temel hakikatin, bütün varlıkların kendisi sayesinde var olduğu En Yüce Varlığın bilgisine ulaştırmayı amaçlar. Bu bakımdan Kur’an sık sık kendisini ve diğer ilâhî kitapları ‘hidayet’in; yani doğru bilginin, doğru yolun ve doğru hayatın kılavuzu olarak adlandırır (örn. Bakara 2/2, 185; Âl-i İmrân 3/138; Mâide 5/44, 46).
Kur’an’ın kılavuzluğunda varlıklar dünyasına açılan insanın akıl ve tefekkür yeteneği, bu dünyadaki hikmetli düzenden, görünen varlıkların arkasındaki idrakimizin ulaşabildiği zengin anlamlardan yola çıkarak, en temel, en kuşatıcı ve bütüncül sonucu yakalar. O sonuç, bütün varlıklar ve olaylar dünyasının, aynı zamanda Yaratıcı’nın varlığının ayetleri, işaretleri, kanıtları olduğu hakikatidir. İslam düşüncesinin zirve dönemi olan 11. yüzyılda Kur’an ve ahlak âlimi Râgıb el-Isfahânî şöyle diyordu:
“Allah’ın iki elçisi var; biri akıl diğeri de peygamberdir.”
***
Çağımızda mevcut kutsal kitaplar içinde Kur’an, yüzlerce ayetinde varlığa ve olaylara –hepsi “zihinsel/entelektüel çaba” anlamını içeren- “te‘akkul (aklını kullanma), tefekkür, tedebbür (düşünüp taşınma), i‘tibâr (ders ve sonuç çıkarma), rü’yet (bakış-gözlem yapma)” gibi kavramlarla varlık ve olaylara aklî ve bilgisel yollarla bakıp incelemeye çağıran tek kutsal kitaptır.
Kur’an’ın ve bazı İslam düşüncesi klasiklerinin Batı dillerine çevrilmesinin başlangıcı olan 12. yüzyıl öncesi dönemdeki Ortaçağ’ın en büyük Hıristiyan teologu Saint Augustine’e dayanan paradigmaya göre, İslam düşüncesindeki akıl tasavvuru Hıristiyan hayat için ciddi bir tehlikeydi. Çünkü İncil, varlığa akıl yerine duyguyla, sevgi ve hayranlıkla bakmayı buyurur. Augustine, acizliğini bilen ruhun, yıldızların güzergâhlarını (yani astronomiyi) bilen ruhtan daha fazla övgüye layık olduğunu söyler. Fransız felsefe tarihçisi Alain de Libera, La Philosophie médiévale ve Penser au Moyen Âge başlıklı esrelerinde aklî araştırmanın bizi hakikate ulaştıracağı fikrinin Batı felsefesine İslam düşüncesinden geçtiğini hatırlatır. Onun tespitine göre, Kur’an’ın ve Fârâbî, İbn Sînâ gibi Müslüman düşünürlere ait eserlerin Batı dillerine çevrilmesiyle birlikte, Batı felsefesi ve bilimlerinde ilk defa akıl ve tefekkürün öne çıktığı bir zihniyet dönüşümü başladı.
Bu çeviriler ile felsefî ve bilimsel değişimin aynı yüzyıllara rastlaması kesinlikle bir tesadüf değildir. Üzücü olan tesadüf şudur ki, İslam dünyasında aklın felsefî ve bilimsel alanlara kapanma sürecine girmesi de aynı yüzyıllara rastlamıştır.
Varlık ve olaylara akıl ve tefekkür yoluyla bakmaya ve oradan küllî hakikate ulaşmaya çığıran yüzlerce ayet bulunmaktadır. Sadece bir ayetin mealini sunmakla yetinmek durumundayım:
“Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanlara fayda veren yükleriyle denizde seyreden gemilerde, Allah’ın gökten indirerek onunla ölü toprağa can verdiği ve orada her çeşit canlının yetişmesini sağladığı yağmurda, rüzgârları ve gökle yer arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirip yönlendirmesinde aklını işleten bir topluluk için elbette nice işaretler vardır” (Bakara 2/164).