İsmail Haniye’nin şehadeti vesilesiyle bir zihniyet sorgulaması

Şehit İsmail Haniye’ye ve halkının bağımsızlığı uğruna şehit düşmüş diğer Filistinli kahramanlara Cenâb-ı Mevlâ’dan rahmetler niyaz ediyorum. Şehadetleri Filistin’in kurtuluşuna vesile olur inşallah.

Müslüman dünya, tarihindeki en büyük ihmalinin en ağır bedelini ödüyor. El âlem bilim ve teknoloji üretip güç biriktirirken, asırlar boyu skolastik eğitimden milim taviz vermeyen medrese uleması ve günlük siyasetteki hegemonik başarıları uğruna ulemanın köhnemiş bilgilerine ve fetvalarına kıymet veren ümera Müslüman toplumları buralara getirdiler. Şimdi Filistin halkı ve tüm Müslüman halklar, bu büyük ihmallerin başlarına açtığı belaları yaşıyorlar.

Temel gerçeğimiz budur ve bu yazdıklarıma kızanlar sadece başlarını kuma gömüyorlar.

***

Kur’ân-ı Kerîm’de, ulemanın, zamanın şartlarına göre esnek yorumlamak yerine, anlamı lafızda dondurduğu bir ayet var. Bu ayetin başında “Onlara (size düşmanlık edenlere) karşı güç hazırlayın” buyruluyor (Enfâl 8/60). Günümüzde şu hakikati acı tecrübelerle görüyoruz ki, bilim teknoloji üretiyor; teknoloji güç üretiyor; güç de hâkimiyet üretiyor. Özellikle bilim, teknoloji ve gücün küresel hâkimiyet üretme boyutuna ulaştığı günümüzde, bu çizgiyi doğru takip ederek gelişen ve güçlenen toplumlar ve ülkeler, bu alanlarda geri kalmış toplumlara ve ülkelere her alanda hâkim oluyor ve onları çeşitli şekillerde yönetiyor, sömürüyorlar. Siyasal ve ekonomik bağımsızlığını kazanmak ve korumak için direnen toplumları ve ülkeleri de en vahşi bir şekilde boğuyorlar.

ABD Temsilciler Meclisi üyelerinin İsrail kasabını bir saat boyunca ayakta alkışlamaları, aslında kendileri hesabına kazanılan bahsettiğim büyük hâkimiyetin alkışlanması; daha genel bir ifadeyle -şimdilik- kötülüğün iyiliği yenmesinin alkışlanmasıdır. Onun için bu bana hiç de şaşırtıcı gelmedi.

***

Müslüman dünyada bugün yaşanan ekonomik, siyasi, hukuki, kısaca topyekûn toplumsal sorunların sebepleri çok eskilere gider ve hepsinin temelinde yanlış bir ilim/bilim telakkisi vardır.

Hz. Peygamber devri ile “serbest içtihad dönemi” denilen sonraki iki asırda henüz fukaha denilen koyu dogmatik bir ulema sınıfı oluşmamıştı. Bu ilk dönemde Müslüman toplumun dünyevi alanlardaki uyum süreci, yeni gelişmelere göre değişim ve yenileşmeye açık bir dinamizme sahip idi.

Ancak İslam’ın farklı coğrafyalara ve farklı kültürlere yayıldığı dönemlerde yeni oluşan fukaha zümresi ve dolayısıyla fıkıh ilmi yeni gelişme ve değişimlerden kopmaya başlamış, gün geçtikçe katılaşmış ve dogmatikleşmiştir. Böylece fukaha ve ulema çoğunluğuyla birlikte, genel zihin yapısını onların inşa ettiği Müslüman toplumlarda Peygamber ve Sahabe dönemindeki dinamizm ve rasyonelliğin yerini aşırı muhafazakârlığın hâkim olduğu bir fıkıh ve hayat anlayışı aldı. Bunun temel sebebi, fukahanın -Peygamber’in sorun çözme yöntemini değil de-, onun sözlerine ve uygulamalarına ilişkin rivayetlerin lafızlarını almaları; hükmü, rivayetin lafzıyla anlatılanda dondurmaları idi.

Geçmişte ulemamız, modern zamanlarda ilâhiyatçılarımız ve benzerleri fazla dile getirmeseler de tarihî bilgilerimiz ve şimdiki acı tecrübelerimiz, Müslüman toplumların en az bin yıl öncesinden itibaren bir kapanmışlık dönemine girildiklerini göstermektedir. O günden bugüne sürdürülen tavizsiz skolastik eğitimin sonucu olarak bu kapanmışlık halen devam etmektedir. Hicrî üçüncü yüzyıldan itibaren, tabiatı itibariyle dünyevi ve değişken olan hukukta, siyasette, ekonomide, uluslararası ilişkilerde, kısaca fukahanın “muâmelat” dediği bütün dünyevi alanlarda bilgi ve zihniyet üretme işlevini fıkıh sürekli kendi tekelinde tuttu. Bu da bir yandan kaynağı itibariyle dinî olan fıkha eğitim kurumlarında mutlak bir hâkimiyet kazandırırken, diğer yandan, belirtilen dünyevi alanlarda Müslüman toplumların, günün icaplarına göre yenileşmesi ve gelişmesi için muhtaç oldukları uzman kadroların yetişmesini yüzyıllar boyu engelledi.

Oysa meşhur tanımda din’in, insanların dünya ve ahiretlerini mutlu kılmayı amaçladığına dikkat çekilir. Eski kaynaklarda dinin bu amacı “celb-i menfaat, def’-i mazarrat” (yararı elde etme ve zararı önleme) şeklinde formüle edilmiştir. Allah’ın rahmet ve cömertliğinin bir sonucu olarak peygamberler de insanların din ve dünya iyilik ve yararları (mesâlih) için gönderilmiştir.” Bu düşünce, dinin sonuçta insan ve ahlak amaçlı olduğunu gösterir.

Şu halde Müslüman dünyanın bugün yaşamakta olduğu sıkıntıları aşmasının yegâne yolu, insan ve ahlakı merkeze alan bir gelişme ve yenileşme vizyonu geliştirmesidir. Çağımızın sunduğu inanılmaz derecedeki dönüştürücü imkanlar sayesinde gerisi hızla gelecektir.

YORUMLAR (149)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
149 Yorum