“Haccın Sırları”
Bu günlerde bazı aileleri hac telaşı ve heyecanı sarmış bulunuyor.
Hacı adayları Mekke’ye girmeden önce, “Mikat” denilen muhtelif yerlerde “ihram”a girdiler veya girecekler (haccın birinci farzı). Arefe günü (9 Zilkicce / bu yıl 15 Haziran) Mekke’ye 25 km mesafedeki Arafat’ta öğleden sonra “vakfe”ye duracaklar (haccın ikinci farzı). Nihayet uygun bir zamanda (genellikle bayramın birinci gününde) Kâbe’yi tavaf edecekler (haccın üçüncü farzı) ve böylece haccın farzlarını tamamlayacaklar. Tabii haccın birçok vacip ve sünnetleri de var.
Hayatının Medine aşamasında ve sadece bir kez hacca giden Peygamber Efendimiz şöyle buyurdular: “Makbul haccın bir tek karşılığı var, o da cennettir.” Tabii lâyık olanlar, hak edenler için…
Bu büyük ödülü, yaptığımız hac sayısı, kaldığımız otelin yıldız sayısı değil, haccın Allah katındaki değeri kazandırır. “…Allah’a sizin takvanız (samimi dindarlığınız) ulaşır” (Hac 22/37).
Haccın diğer bütün ibadetlerden belki de en önemli farkı, ömürde bir kez yapılan tek farz ibadet olmasıdır. Bu bir tek hac, niyet ve ihlâs derecemize, söz ve davranışlarımızın değerine göre, bizim için büyük bir kurtuluş vesilesi olabilir ya da boşuna zahmet ve masraftan öte bir değer taşımayabilir.
Bütün İslâm tarihinde hac, Müslümanların dinî ve ahlâkî hayatlarında derin ve kalıcı tesirler bırakması beklenen bir ibadet olarak anlaşılmış, anlatılmıştır. Bilhassa zâhidler ve sûfilerin dünyasında hac, manalar ve sırlarla yüklü bir ibadet olarak, hesap vermek için Allah’a gidiş olarak hissedilmiştir.
Hz. Peygamber’in gerçekleştirdiği, hac aynı zamanda Müslüman toplumların meselelerinin müzakere edildiği bir İslam zirvesi idi. Bunun en canlı şahidi, Peygamberimizin “Veda Hutbesi” denilen konuşmalarının içeriğidir. Fakat sonraki zamanlarda haccın bu işlevi giderek terk edildi.
✯✯✯
Hacca, başkalarının kusurlarını değil, kendi kusurlarımızı görmek ve düzeltmek için gideceğiz. Orası, başkasından değil, kendimizden şikâyet yeri; tövbe, istiğfar ve dua makamıdır. Elbette sorumlu kurumların ve kişilerin görevi, hacıları imkânlar ölçüsünde rahat ettirmektir. Fakat eksiklikler şikâyet için değil, adalet ve hakkaniyet için dile getirilmelidir. Hacının kişisel görevi ise orada bedeninin rahatını değil, ruhunun huzurunu aramasıdır.
İslâm dünyasında, özellikle de millî kültürümüzde haccın Müslümanın hayatında bir dönüm noktası olması beklenir. Müslümanın, daha hacca gitmeye karar vermesinden itibaren dinî ve ahlâkî davranışlarında derinden bir değişiklik başlayacak, geçmişteki cahillikler artık terk edilecektir. İbadetlerimiz daha muntazam, kalplerimiz daha temiz ve merhametli, sözlerimiz daha güzel ve hayırlı, işlerimiz daha iyi ve düzgün olacaktır. Dünya işlerimizi daha doğru ve dürüst yapacağız; ölüm ötemiz için daha çok hazırlıklı olmaya gayret edeceğiz. Âhir ve akıbetimizi daha çok düşüneceğiz.
İslam kültüründe hac zahiren bedensel, hakikatte ruhânî bir sefer olarak düşünülmüş; “hac menâsiki” denilen uygulamalardan her birinin, şeklî yönünün arkasında derin manalarının, sırlarının bulunduğu, bunların iyi bilinmesi ve ona göre haccın her anında edeple hareket edilmesi gerektiği ifade edilmiştir.
Buna dair geniş bir literatür oluşmuştur. Bunlar arasında Gazâlî’nin, 900 yılı aşkın bir zaman önce yazdığı İhyâu ulûmi’d-dîn’in “Haccın Sırları” başlıklı bölümünde hac ile ilgili tespitleri, tavsiyeleri, yer yer tenkit ve uyarıları adeta bir hac rehberi olarak her devirde emsalsiz bir ilgi ve itibar görmüştür.
✯✯✯
Bir hac hatıramı paylaşarak tamamlamak istiyorum bu haftaki yazımı:
Müftülüğüm sırasında hac vesilesiyle Mekke’de bulunuyordum. Ülkemizin yüksek bürokrasisinden bir zat, eşiyle birlikte, bir Suud kurumunun davetlisi olarak hacca gelmiş, fakat konumuyla uyuşmayan son derece elverişsiz bir yere yerleştirilmişti. Tesadüfen durumu öğrenince o zatla görüştüm ve Diyanet’in kiraladığı daha elverişli bir otelde kendilerini misafir etmek istediğimi söyledim. Bana verdiği cevabı aradan 15 yıl geçmiş olmasına rağmen her zaman hayranlıkla ve hislenerek hatırlarım.
Şöyle demişti: “Teşekkür ederim hocam. Ben ve eşim halimizden gayet memnunuz. O dediğiniz rahatı ülkemizde ömür boyu yaşıyoruz. Buraya rahat etmek için gelmedik…”