‘Dünyanın durumu’ da ülkenin durumu da hiç iyi değil
Worldwatch Enstitüsü” adıyla anılan Washington merkezli uluslararası saygın bir kuruluş olduğundan daha önce bahsetmiştim. 1984’te kurulmuş. Küresel ekonomi, çevre, sağlık gibi konularla ilgili insanlık sorunları ve çözümleri üzerine yaptırdığı çalışmalarla tanınıyor. Kuruluş her yıl bugünkü dünya düzeninin ürettiği küresel bir sorunla ilgili yaptırdığı araştırmaları Dünyanın Durumu ana başlığı altında kitaplaştırıyor. İnternetten görebildiğim kadarıyla ülkemizde son kitabı 2017’de çıkmış. Vaktiyle birkaç kitabını almış, çok da beğenmiştim. Ben devam ettiremedim; ama herkese tavsiye ederim.
Bu kurumun hazırladığı, TEMA Vakfı’nın İş Bankası Yayınları arasında çıkardığı “Dünya’nın Durumu 2004: Tüketim Toplumu” başlıklı kitaptaki bir raporda, aşırı tüketimin “dünyayı tükettiği”; insanoğlunun ruhundaki “din, aile, toplum ve sosyalleşme” duygularının yerini yeni dünya insanında “sahip olma ve tüketme” dürtülerinin aldığı vurgulanıyor. Rapor, tüketimin milyarlarca insanda yeni bir bağımsızlık duygusu yarattığını, gereğinden fazla ya da hatalı tüketimin hem insanlığın var olma güvencesini hem de doğal çevreyi “ateşe” attığını gözler önüne seriyor.
“Dünya Doğal Dengeyi Koruma Vakfı” adlı bir başka uluslararası kuruluşun internet sayfasındaki spot yazıda “OMURGALI TÜRLERİN POPÜLASYONLARI 50 YILDAN DAHA KISA SÜREDE YÜZDE 69 AZALDI. GEZEGEN İÇİN KIRMIZI ALARM!” ifadesi kullanılıyor. Gördüğüm o ki, bu gidiş böyle devam ederse çok uzak olmayan bir gelecekte nesli tükenen omurgalılara insanlar da katılacak. Bugünkü haliyle günümüzdeki tüketim çılgınlığının böyle bir son hazırladığını, ortalama akıl ve zekâ seviyesine sahip her insan öngörmektedir.
***
Tabiatı yaratan Hikmetli İrade, ondaki bütün nimet ve imkânları her varlığın ihtiyaçlarını dengeli bir şekilde karşılayacak yeterlilikte yaratmıştır. “O size istediğiniz her şeyden verdi. Allah’ın nimetlerini saymaya kalksanız başa çıkamazsınız. Doğrusu insanoğlu çok zalim, çok nankördür!” (Kur’an: İbrahim 14/34). Yüce Yaratıcı’ın verdiği bu nimetlerin başında kuşkusuz ki, akıl ve zekâ, vicdan ve merhamet gibi zihinsel ve ahlâkî donanımlar gelmektedir. İnsanoğlunun, arzularını normal ihtiyaçlarına göre sınırlaması için -bu donanımlarına ilaveten- bir de olan din ışığı gönderilmiştir. Bütüncül okunuşuyla bakıldığında Kur’an, biri doğuştan gelen, diğeri sonradan bahşedilen bu iki imkânı doğru kullanmamızı, kendimizle birlikte çevremiz için de ruhumuz ve eylemlerimizle rahmet olmamızı istemektedir.
Fakat modern insan, tabiata karşı elde ettiğini zannettiği başarıları, nihayetinde, hâkim olma ve zevk alma tutkularının doyumu için kullanıyor. İnsanın tabiatla ilgili asıl ahlâkî sorunu da buradan kaynaklanıyor. “Kur’ân-ı Kerîm, “Tutkusunu tanrılaştıran kişi” (Furkan 22/43; Câsiye 45/18) şeklindeki nitelemesiyle tam da insanın bu sorununa dikkat çekmiştir. Tutkularını tanrılaştırması yüzünden tabiatla arası bozulan tek yeryüzü varlığı insan oldu.İnsan, bilimsel ve teknolojik başarılarını ihtirasları için kullanarak, tabiata karşı savaşa girişti; halen devam eden bu savaşta insanoğlu, ihtirasları için gücü oranında çevresini yakıyor, yıkıyor, kirletiyor, tüketiyor, yok ediyor.
Eskiden savaşın bile bir ahlakı olurdu; şimdi barışın bile ahlakı yok. İstatistikler, dünyada nüfusun %10’unun dünya servetinin %76’sına sahip olduğunu söylüyor. Dünya nüfusunun %50’si ise bu imkânın sadece %2’sine sahipmiş; o da silahı elinde tutanların onu kullanmamalarına, yani ‘barış’ı (!) sürdürmelerine bağlı. Yalnız bu örnek bile “ileri medeniyet”in gerçekte insanî ve ahlâkî yönden ne kadar geri, (Kur’an’ın tabiriyle) ne kadar “zalim ve barbar” (Ahzâb 33/72) olduğunu göstermeye yeter.
***
Bu söylediklerimize Müslüman dünya da dâhildir. Belki de namazının peşinden tarlasındaki anızları yakarak ormanlarla birlikte milyonlarca canlıyı ateşe veren, böylece ülkeye ve doğaya telafisi imkânsız zararlar veren insanımızın Müslümanlığı Kur’an ve peygamber Müslümanlığı olamaz. Nicelik olarak belki dünyada en ön sırada gelen din öğretimi kurumlarımızın öğrettiği Müslümanlık bu ise (ki ürettiği “Müslüman”dan öyle anlaşılıyor), eğitimcisiyle, yöneticisiyle, devlet ricaliyle bütün sorumluların şapkalarını önlerine koymaları gerekiyor. Hiç konuşmadığımız, konuşanları da ideolojik ve siyasal karalamalara boğduğumuz bu eğitim, bizi hem maddi hem de ruhsal ve ahlâkî sefalete götürüyor. Bu gidişi düzeltmek, sloganik kelimelerle, ideolojik ve hamasi gösterilerle olacak şey değildir.
Kur’an’ın yüzlerce ayetinde -serveti, makamı, itibarı, çevresi ve sair imkanları ne olursa olsun- hiçbir insanın hırslarını frenlemedikçe gerçek dindarlığa ulaşılamayacağı öğretilir. Bu öğretiyi öne çıkaran, bu bilinç ve sorumluluğu geliştiren bir din ve ahlak eğitimine geçmedikçe buhranlardan kurtulamayız.