Bitmeyen sorunumuz: Yolsuzluk ve iltimas
Tüm özel ve kamusal işlerin adalet ve hakkaniyet çerçevesinde yürütülmesi, bilgi ve ahlak bakımından en ehliyetli insanlara yaptırılması gerektiğini her iyi niyetli akıl ve vicdan sahibi apaçık bilir. Fakat kabul edelim ki, ülkemizde epeyce zamandan beri siyasal ve ideolojik tercihler, çıkar hesapları ülke menfaatlerinden üstün tutulabilmektedir. Bu nedenle yetkili kişi ve kurumların açıklamalarıyla basın kaynaklı bilgiler ve haberler de –ülke gerçekleri konusunda toplumu doğru bilgilendirmek yerine- aynı siyasal ve ideolojik ölçülere, çıkar hesaplarına göre değişmekte, birbiriyle çelişmektedir.
Konumuz bağlamında konuşursak, mevcut yönetimden yana olan bilgi ve haber kaynakları, medya kuruluşları, buralarda yazanlar, konuşanlar, -söz gelimi- ihalelerde, mülakat ve atamalarda haksızlık ve iltimasa yer verilmediğini belirtirken; muhalif bilgi ve haber kaynakları ise iltimas ve yolsuzlukların dehşet verici boyutlara ulaştığını, ülkenin soyulduğunu savunmaktadırlar.
Bazı fikir insanlarımız ve siyasilerimiz aynı konularda toplumumuzun çok büyük kesimini kamplara böldüler. Bu kamplardan her biri, kendi tuttuklarının iddialarını haklı buluyor. Bunlardan bazıları, -kimi bir siyasal ve ideolojik körlükten, kimi de çıkar hesaplarından dolayı- tarafgirliği, “Bizim adamlarımız ne yaparlarsa doğrudur” bağnazlığına kadar götürüyorlar.
Böyle olunca, ahlakın ve hukukun yanında olan dürüst insanımızın, yolsuzluk ve iltimas iddialarının ne kadarının doğru veya yanlış olduğunu bilmeleri ve ona göre sağlıklı hükümler vermeleri mümkün olmuyor. Kanaatimce modern Türkiye’nin en büyük sorunlarından biri –geçmişte Osmanlı devletinin de sonunu getiren- bu tür olgulardır. Şahsen, bilhassa dindar çevrelerin bu işlere bulaştıklarına dair kuşkuların hem üzücü hem de İslam aleyhine çok büyük bir tehlike alameti olduğunu düşünüyorum.
Konuya Kur’an penceresinden bakacak olursak, doğruluk ve dürüstlükle çelişen uygulamaları kötüleyen birçok ayet bulunsa da özel olarak iltimas anlamında bir kavrama Kur’an’da rastlanmaz. Arapça “iltimas” kelimesinin terimsel anlamına en yakın Kur’an kavramı “kötü şefaat”tir (şefâaten seyyie). Nisâ 4/86. ayette geçen bu kavram, “meşru olmayan bir işe vasıta olma” anlamında kullanılmıştır.
Vahiy döneminin ilk aşaması olan İslam’ın Mekke yıllarında henüz bir devlet teşkilatı bulunmuyordu. Medine döneminde ise bu teşkilatın temelleri yeni yeni atılmaya başlanmıştı. Dolayısıyla dönemin sosyal, siyasal ve hukuki yapısı gereği Kur’an’da özel olarak “iltimas” gibi bir ahlâkî sorundan açıkça bahsedilmemesi ve böyle bir kelimenin kullanılmamış olması doğaldır. Bununla beraber adalet ve hakkaniyet, emanet, doğruluk ve dürüstlük gibi ilkelere dair çok sayda ayetin yolsuzluk, iltimas vb. uygulamaları da yasakladığı muhakkaktır. Ayrıca Medine döneminde, devletleşmenin başlangıç yıllarında gelen Âlü İmrân suresinde (3/161) “yolsuzluk ve zimmet” anlamında gulûl kavramı kullanılarak bu tür usulsüzlükler açıkça haram kılınmış, bu işlerin cezasız kalmayacağı bildirilmiştir.
Kur’an’da, adalet ve hakkaniyet gereği ehil insanların layık oldukları işlere getirilmesi için adayın güvenilirliği, uyumu, çalışkanlığı, taahhüdüne bağlılığı gibi nitelikleri konusunda ilgilisine bilgi (günümüzdeki tabiriyle referans) vermeye de aynı ayette “güzel şefaat” (şefâaten hasene) denilmiştir.
Tartışmasız gerçek şudur ki, Kur’an ve Sünnet kaynaklı İslâmî öğretiye göre özel sektör ve kamu işleri birer emanet olup, mutlaka dürüst ve ehil insanlarca yapılmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’in, “Allah size, emanetleri mutlaka ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman da adaletle hükmetmenizi emreder” (Nisâ 4/58) ayetindeki “emanet” kelimesi, günlük dilde kullandığımız anlamdaki özel emanetler yanında, birçok müfessir tarafından “kamu işleri” olarak da yorumlanmış; ayette devleti yönetenlerin, kamu görevlerini, toplumun idari, mali ve hukuki işlerini birer emanet bilip, adil ve dürüst şekilde yönetecek, yürütecek ve yapacak olanlara vermeleri emredilmiştir.
Sunulan ayet, görevlerin dağıtılmasında iltimas gibi yolsuzluk ve usulsüzlükleri onaylamayan ahlâkî, hukuki ve siyasal bir ilke ortaya koyduğu şeklinde de yorumlanmalıdır. Bu yaklaşım, “Hz. Peygamber’in söz ve uygulamaları” demek olan Sünnetinde de açıkça görülmektedir. Onun iltimas girişimini ve ehil olmayanların görev taleplerini reddettiğine dair hadisler vardır. Ehliyet ve liyakati o kadar önemsemiştir ki, bir soru üzerine, “İşler ehil olmayanlara verildiğinde kıyameti bekle” buyurmuştur.
Resûlullah, bu cevabında, bir ülke ve toplumda işler ehliyetsiz insanlara verilirse, bunun o toplum için her alanda kriz ve çöküşlere yol açmasının kaçınılmaz olacağını kastetmiş; bu suretle Müslümanlarda konumuzla ilgili ciddi bir bilinç oluşturmayı hedeflemiştir. Halen bu hedef, ulaşılmayı beklemektedir.