Ana sorunumuz: Sorgusuz itaat kültürü

Malum; 30 Haziran’da Kayseri’de iğrenç bir taciz haberi yayıldı. Kayseri’de başlayan şiddet olayları farklı kentlere sıçradı. Suriye’nin kuzeyinde de karşı olaylar çıktı. Yasin Aktay, 8 Temmuz’da Yeni Şafak’taki köşesinde bu konuyu analiz eden “Türkiye’ye karşı bu operasyonun bir bedeli var” başlıklı bir yazı yazmış. Sonraki gün Elif Çakır Karar’da bu yazıdan bahsedince Yasin Hoca’yı da okumam gerekti. (Fakat başlıktaki “bedel”in ne olduğunu veya ne olacağını anlayamadım.)

***

Öncelikle, hem İslam’da hem çağdaş hukuk devletinde suç bireyselse sorumluk da bireyseldir. Kur’an bunu, –farklı ifadeler yanında- beş kez de aynı kelimelerle tekrar etmiştir. Biri bir suç işledi diye masum insanlara zarar verilemez. Mülteci istememek, bunun için siyasilere baskı yapmak başka; mültecilere şiddet uygulamak başkadır. Protestonun da bir adabı var. Bu, Kur’an’ın değişmez ilkesidir.

İslam’ın gerek kul hakkına gerekse toplumsal barışa verdiği önemi hatırlatmaya bile gerek yok. Hz. Muhammed’in doğum yeri Mekke’nin de dâhil olduğu Hicaz bölgesi yüzyıllardır devlet ve hukuk düzeninden mahrumdu. Kabile savaşlarının ardı arkası kesilmiyor; şiddet, baskın, talan kol geziyordu. Onun için Kur’an’ın ilk ele aldığı konulardan biri toplumsal barış oldu. Medine halkının kısa zamanda İslam’a girmelerinin önemli bir nedeni de bu kentin en büyük Arap kabileleri olan Evs ile Hazrec arasında geçmişi çok eskilere giden düşmanlık ve savaşları bitirmek istemeleriydi.

***

Yasin Aktay, Kayseri olaylarının da karşı olayların da “provokasyon” ve “operasyon” olduğunu yazdı. Konunun uzmanı olmadığım için bir şey diyemem. Aktay, “zemini ve toplumsal tabanı yıllardır ilmek ilmek hazırlanmakta olan büyük bir operasyon” dediğine göre, böyle bir hazırlığın olduğunu biliyordu. Hatta siyasette aktif olduğu yıllarda ilgililere gerekli ikazları yaptığını da ima ediyor. Fakat “İktidar partisi ‘seçimi kazanma uğruna’ ırkçı göçmen karşıtı homurtuları gereğinden fazla ciddiye aldı.” Ama Aktay’a göre bu hesap tutmadı.

Yasin Bey hem akademisyen (profesör) sosyolog hem siyasetçi hem de –Elif Çakır’ın tabiriyle- “İslami cenahın saygın isimlerinden”dir. Kayseri’de patlak veren şiddet olaylarının da Suriye’nin kuzeyindeki karşı olayların da birer ‘provokasyon’ ve ‘operasyon’ olduğunu tereddütsüz ifade ediyor; söyledikleri doğru olabilir. Fakat Müslüman dünyayı provokatörlerin kuklası haline getiren hangi kafa yapısıdır? Entelektüellerimizin asıl sorgulamaları gereken budur.

Yasin Hoca, “Kayseri’deki olay kendiliğinden gelişmiş değil… Türkiye’nin hiçbir yerinde göçmen karşıtlığının böyle bir öfkeye kaynaklık edecek gücü yok” diyor ve bu tepsinde ısrar ediyor.

Ancak olgular Yasin Bey’in iddiasının tersini gösteriyor. Sorunu doğru tespit etmezsek doğru çözümü de bulamayız. Herkesin bildiği gibi böyle, suçlu-suçsuz ayırımı yapmadan düşman bildiği kitlelere saldıran, öldüren, yakıp yıkan sivil kalabalıklar, Rum azınlığa karşı 6-7 Eylül 1955’te İstanbul’da gerçekleşen olaydan itibaren ara ara oluşmuştur. Benzer olaylar Osmanlı’da da oluyordu.

“Ama böyle fanatik veya ırkçı saldırılar Batı’da da oluyor” denilecektir. Doğrudur, şimdilerde oralarda da yabancı düşmanlığı yükseliyor, yabancılara saldırılar var. Ama oralarda şiddet olayları, (kör-topal demokrasi ile yönetilen bizde diğer bazı Müslüman ülkelerde olduğu gibi) artık kitlesel değil bireyseldir; kitlesel gösteriler de –bildiğim kadarıyla- şiddet içermiyor.

Bence sosyolog Aktay asıl şu sorunumuzun sebeplerini analiz etmeliydi: Bizde ve bazı Müslüman ülkelerde yığınlar neden hiç bilmediği, tanımadığı, suçsuz insanları öldürüyor, yakıyor, yıkıyorlar?

Hem eğitimden hem de dinî bilgilerden nasiplenmiş bir insan olarak bu soruya benim cevabım şudur:

Çünkü – aynı konuda yedi yıl önce de belirttiğim gibi- Batı’nın Ortaçağ’da bıraktığı skolastik eğitim zihniyetini Müslüman toplumlar hâlâ sürdürüyor. Özellikle din eğitimi kurumlarımızda Müslüman çocuğa, gence, sorgulama ve eleştiri yerine, kabul ve itaat kültürü veriliyor. Bu çarkın dişleri arasından her nasılsa sağlam çıkmış nadir beyinler ise imalat hatası sayılıp piyasadan toplanıyor.

Bunlardan biri de 2013’te Said Ramazan el-Bûtî oldu. Cizre doğumlu bu seçkin âlim, Suriyeli gençlere “Bu yaptığınız yanlış” dediği için camide ders verirken öldürüldü. Suriye’yi ve Suriyelileri bu hallere düşürenlerin akıl hocası ve ‘cihad’ fetvacısı Mısır asıllı Yusuf Karadavi (ö. 2022) ise, -biz dahil- birçok İslam ülkesinde Dünya Müslüman Alimler Birliği Başkanı sıfatıyla yere yurda konulmadı; ölümüne ağıtlar yakıldı.

Karadavi sevenlerinin kurgulayıp uyguladıkları Suriye politikasının sonucu ortada.

Şimdi Türkiye’nin geldiği nokta, geçmişte Karadavi’ye karşı Bûtî’nin savunduğu noktadır.

Öyleyse milyonlarca insana onca acı neden yaşatıldı ve yaşatılıyor?

YORUMLAR (70)
YORUM YAZ
UYARI: Hakaret, küfür, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış, Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır. (!) işaretine tıklayarak yorumla ilgili şikayetinizi editöre bildirebilirsiniz.
70 Yorum