Kavala için Anayasa’yı askıya mı alalım?
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) kararlarına uymadığımız için Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi önceki gün Osman Kavala’nın AİHM’ye havale edilmesine karar verdi.
Eğer AİHM “Türkiye kararı uygulamadı. 46. Madde ihlal edildi” yolunda bir karar verirse, Türkiye açısından vahim bir tablonun ortaya çıkması kaçınılmaz görünüyor. Zira böyle bir durumda AİHM kararından sonra da kararı uygulamayarak Türkiye’de hukuk devleti kurallarının geçerli olmadığını bütün dünyaya ilan etmiş olacağız.
Nitekim Ukrayna ziyareti öncesinde kararla ilgili konuşan Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan bu yöndeki endişeleri arttıran bir değerlendirmede bulundu: “Bizim mahkemelerimizi tanımayanları biz tanımayız. Şu anda bizim mahkemelerimizin de vermiş olduğu karar var. Bu konuda AİHM ne demiş, Avrupa Konseyi ne demiş, bizi ilgilendirmiyor. Çünkü biz kendi mahkemelerimize saygı duyulmasını bekliyoruz. Bu saygıyı duymayanlara bizim de saygımız olmayacaktır.”
Hemen belirtelim, bu açıklama esas itibariyle bizim anayasamız açısından sorunludur. Çünkü bizzat AK Parti iktidarı tarafından 2004 yılında Anayasa’nın 90. Maddesinde yapılan değişiklikte getirilen hükümle, temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalar, iç hukukumuzun doğrudan parçası olmuştur. Temel hak ve özgürlükler alanında, bir kanun ile uluslararası sözleşme arasında çelişki doğarsa, sözleşme hükümleri esas alınır. Dolayısıyla, yargı mercii, hak ve özgürlüklere ilişkin bir meselede sadece iç hukuku değil, uluslararası belgeleri de göz önünde tutmak zorundadır. Hatta, anayasamıza göre tarafı bulunduğumuz uluslararası insan hakları belgeleri, kanunun da üzerindedir. Yani AİHM kararlarına uymak Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sının bir gereğidir.
İşte tam da bu yüzden mesele Osman Kavala meselesi değildir, doğrudan anayasaya uyup uymama meselesidir. Hala anayasal bir devlet olduğumuza göre, alt mahkemeler dahil yürütme ve tek tek bireylerin Anayasa’ya uyma zorunluluğu bulunmaktadır.
Hal böyleyken “AİHM kararlarına uymuyoruz” demek, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti Anayasa’sına uymuyoruz anlamına gelir mi doğrusu incelemeye değer…
Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin ve AİHM’nin sadece hukuki değil, bir de siyasi yönü var. Eğer Türkiye kararı uygulamazsa bunun siyasi bir bedeli olacak ve Türkiye’nin Konsey’den ihracına kadar gidecek bir süreç başlamış olacaktır.
Siyasi iktidar “Avrupa Konseyi ihraç ederse etsin, biz de kendi yolumuza devam ederiz” anlayış içinde olabilir, Ankara’dan gelen değerlendirmelerde böyle bir hava seziliyor. Ama unutmayalım ki demokratik dünya ile ortak değerler zeminini kaybeden bir Türkiye sonunda ister istemez demokrasi ligi dışındaki Ortadoğu ülkeleri ligine düşecek ve ‘değerli yalnızlığı’ ile baş başa kalacak demektir.
Artık bu ülkede yaşayan insanlar olarak hepimiz biliyoruz ki hukuk devleti çıpasını kaybettiğimiz için, özgürlüklere, şeffaflığa, liyakate itibar etmediğimiz için dünyanın hiçbir demokratik ülkesi Türkiye’ye demokratik ülke muamelesi yapmıyor, gelişmiş ülkelerdeki şirketler yatırım yapmak üzere gelmiyor. Hazin olan şu ki Batılı ülkelerden kredi bulamadığımız gibi borç temin edebilmek için Katar ve Çin dışında hiçbir ülke ile swap anlaşması bile yapamıyoruz…
Maalesef hukuku ve ekonomik rasyonaliteyi kaybettiğimiz için bazen ‘Nas’ üzerinden faiz teorileri üretiyoruz, döviz patlayınca da ‘Nas’ı unutup ballı faiz teorisine geri dönüyoruz. Ve doğal olarak gerek dış dünyada, gerekse içeride ürettiğimiz fantezilerin sonucu bütün Türkiye’ye zam, enflasyon ve işsizlik olarak geri dönüyor.
Şimdi önümüzde iki seçenek var; ya hukuk devleti çıpasına tutunup haksız tutuklamaları sonlandırarak demokratik dünya ile ortak değerler zemininde kalacağız ya da kendi yalnızlığımızla baş başa kalmayı tercih ederek bedel ödemeye devam edeceğiz…