Kış bahçem
Kul hesap yaparken kader gülermiş. Geçen pazarki yazımı, “Birkaç gün sonra ilk cemrenin düşmesiyle sizleri rengârenk, mis kokulu bir bahar yolculuğuna çıkarmak niyetindeyim.” diye bitirmiştim. İnşallah demeyi ihmâl etmişim. Beyaz bir yolculuk varmış nasipte.
Kocaeli’nin kırsal kesimleri bembeyaz. Maalesef salgından nasibimi alınca bu sabaha kadar camdan seyretmekle yetindim. Sabah baktım iyiyim, bahçeye çıkıp dolaştım. Karın altında kalan reçel gülü goncasının fotoğrafını çektim. “Senin, yerin altında bahara hazırlanman gerekiyordu.” diye söylendim. Buhurumeryem ve gül, aynı zamanda açar mı? Bu sene oldu işte! İklim değişikliği, türlü türlü sürprizlerle kapımızı çalacak.
Daha birkaç hafta evvelinde yukarılara çıkıp kuşburnu toplayınca kıştan ümidimi kesmiştim. Hâlbûki mart kapıdan baktırıp kazma kürek yaktırıyorsa şubat niye yapmasın? Öyle veya böyle, iyi oldu. Tabiatın tazelenmesi, temizlenmesi için lâzım, bu beyaz nimet.
Çocukken, "Bu sene kış yapmadı." sözünün üzülerek söylenmesine hayret ederdim. İyi ya işte, üşümüyorduk. Zahmetteki rahmeti görmeye başlayınca, kar yağdığında mutluluk yağdı. Rabbim, açta açıkta olana kuvvet; karnı tok, sırtı peklere merhamet versin!
Karın yağması, insana neler düşündürür, neleri ilham verir? Herkese, her yaşa göre değişir. "Aaaa kar yağıyor! " diye cama koşan bir çocuk ile saçına karlar yağmış bir ihtiyar aynı olabilir mi? Oğlu dağ başında asker olan bir anne ne hisseder ya da vatanından uzak bir şâir?
Ölmeyi bile vatandan ayrılık olduğu için ıstırab kabul eden Yahyâ Kemâl, "Kar Mûsikileri"nde gurbeti ve vatan hasretini anlatmış. 1927'de Varşova'da karlı bir gecede Batı medeniyetine rûhen ne kadar uzak olduğunu fark etmiş ve gözünde İstanbul, kulağında Türk müziği, hayâle dalmış.
Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık
Uykumda bütün bir gece Körfezdeyim artık
Kar yağınca bahçelere alıcı gözle bakmak; çıplak ağaçlar, karla kaplı çimenler, kışa meydan okuyan çamlardan ötesini görmek lâzım. Ötesini ve altını. Toprağın altına kulak vermek, herkesin harcı değil. Biz nasıl evlerimizin sıcağına sığınıyorsak bitkilerde toprağın sıcağına sığınır ve tatlı, derin bir uykuya dalar. Bahar için güzellik uykusu.
Tanpınar’a göre en güzel uyku, sevgiliye bahar hazırlayan güllerin uykusudur. Sevgili, gülsüz olmaz. Huzur’da Nuran’a söylettiği gibi, elbisesi eski olabilir ama bahçesinde iri kırmızı güller olmalıdır.
Ne güzeldi o kış bahçesinde
Güllerin çok derinlerde çalışan uykusu
Sana bir bahar hazırlamak için
Tanpınar, kış ve karda baharın müjdesini görürken Cenab Şehâbeddin, tabiatın kışa teslim oluşunu görür ve mutsuz olur. Aslında Cenab Şehabeddin, eski şiirimizdeki kış-bahar kavgasını, kışın bahar karşısındaki gâlibiyetini, devrinin modasına uygun olarak tam bir melankoliyle anlatıyor. Kelebek ölü, kuş yuvaları boştur. Yağan kar bile, uçuşarak, ağlayarak baharın izlerini aramaktadır. Şiir, kışın bahara, mutluluğun hüzne teslim olmasıyla biter.
Dök kâk-i siyâh üstüne, ey dest-i semâ dök
Ey dest-i semâ, dest-i kerem, dest-i şitâ dök
Ezhâr-ı bahârın yerine berf-i sefîdi
Elhân-ı tuyûrun yerine samt-ı ümîdi
Nasıl bakarsanız öyle görürsünüz denir ya işte size üç bakış açısı. Baktığınız ne olursa olsun, neyin hasretini çekiyorsanız onu görürsünüz. Vatan, sevgili ya da melâl. İnsan melâlin hasretini çeker mi demeyin? Çeker! Hele de şâirse...
"Bunlara ne gerek var? Kış gelince kar yağar, kartopu oynanır, kardan adam yapılır. Abartmayalım!" diyenlerden misiniz? Bu da çocukça bakış açısı. İçinizdeki çocuğu dinleyin!
İki zeytin, bir havuç, bir sopa ve eski bir atkı…..














