Cehaletin ne Dede Efendisi ne de Mozart’ı olur
Lise yıllarımdan bu yana sanat-edebiyat ve müziği günlük hayati ihtiyaçlarımdan biri olarak gördüğüme inanıyorum. Bir insanın fizyolojik olarak ekmek ve suya ne kadar ihtiyacı varsa, bilgiye, kültüre ve müziğe de o kadar ihtiyacı vardır diye düşünüyorum. Elbette bu konularda herkesin aynı ihtiyacı hissetmesi gerekmeyebilir, ayrıca zorunda da değildir.
Açıkçası zaman zaman müziğe olan ilgim dolayısıyla farklı eleştirilere muhatap olduğumu belirtmem gerekiyor. Bu bağlamda anlamakta zorlandığım eleştiri, “Sen hafız adamsın, ne işin var cazla, rockla, klasik Batı müziği ile, otur Kur’an’ını oku yeter” olmuştur. Ne tuhaf değil mi, eğer hafızsanız bu dünya ile ilişkilerinizi kesmelisiniz ve yavaş yavaş öbür dünyaya doğru gidişe hazırlanmalısınız. Bu anlayışın, insanoğlunun yaratılış hikmetiyle örtüşmediği kanaatindeyim. Zira Allah insanı bu dünyaya bir imtihan için göndermiş, doğruları ya da yanlışları seçme imkanı sunmuştur. Dolayısıyla insan özgür iradesiyle bir takım seçimler yapacak ve bunun karşılığını da alacaktır. Eğer insanın dünya ile hiçbir alışverişi olmayacaksa neden bu dünyaya gönderilmiş olabilir ki... Herhalde ceza olsun diye değil...
Müzik dinlemenin önemini anlamayanları anlıyorum, zira insanın bilmediği konularda yabancılık çekmesi son derece doğaldır, buna hiçbir itirazım yok. Ancak; müzikle, edebiyatla uzaktan yakından ilgisi olmayan insanların, sanat-edebiyat, felsefe, müzik, sinema denilince ellerine satırı alıp cennet ve cehennemin yeryüzündeki temsilcileri edasıyla bilet kesmeye başlamalarını anlamakta güçlük çekiyorum.
Bugüne kadar hayatımın hiçbir döneminde kültürel ve sanatsal ilgilerim konusunda kimseye hesap verme ihtiyacı hissetmedim. Eğer sigaya çekmek isteyen Molla Kasımlar varsa, anlaşılır bir dille ifade edeyim; Klasik Batı müziğinin dehaları olan Mozart’ı, Beethoven’i, Vivaldi’yi Mahler’i, Johann Sebastian Bach’ı, Ravel’i, Frederic Chopin’i, Çaykovski’yi dinlemeyi çok seviyorum. Aynı şekilde Klasik Türk musikisinin büyük bestekarlarından Itri’nin, Dede Efendi’nin, Hacı Arif Bey’in, Hafız Port’un, Hasan Ferit Alnar’ın, Necil Kazım Akses’in, Lemi Atlı’nın, Refik Fersan’ın eserleriyle ruhum aydınlanıyor.
Dahası cazın efsane isimleri Louis Armstrong, Duke Ellington, Charles Mingus, Dizzy Gillespie, John Coltrane, Charlie Parker ve Miles Davis’i dinlemekten büyük keyif alıyorum. Rock müziğinin baba isimleri Led Zeppelin, The Rolling Stone, The Beatles, Jimi Hendrix, John Lennon, Paul Mccartney ve Dire Straits favori isimlerimdir.
Biliyorum birileri bu isimleri görünce, “İşte yine Batılılar...” diye itiraz edecektir. İtiraza hiç gerek yok, zira müzik evrenseldir yerlisi, yabancısı olmaz. Mesela Fazıl Say, dünyada Türkiye’nin yüzünü ağartan önemli bir müzik insanıdır. Benim için Türk halk müziğinin büyük ustası Aşık Veysel de bozkırın tezenesi Neşet Ertaş da, türkülere ömrünü vermiş Ruhi Su da müziğimizin abide şahsiyetleridir. Aynı şekilde Zülfü Livaneli’nin, Ahmet Kaya’nın, Müslüm Gürses’in eserleri de bu coğrafyanın renkleri, tınıları ve yürek esintileridir.
Elbette bu kadarla sınırlı değil, Türk sanat müziğinin öylesine değerli yorumcuları var ki doğrusu onların isimlerini saymak bile sayfalar alacaktır.
Müziğin, edebiyatın böylesine geniş ve evrensel dünyası karşısında, her müzik yazısı karşısında hala “Senfoni-menfoni bunlar bizim kültürümüzde yok. Osmanlı müziği dinleyin sizin ne isiniz var senfoniyle?” diyerek hamaset yapanlara doğrusu söylenebilecek pek bir şey yok. Ama şuna inanıyorum ki cehaletin Mozart’ı da, Dede Efendisi de olmaz. Çünkü onların yüreğinde sanatın-edebiyatın değil, ideolojinin rüzgarları esiyor.
Müzik beğenilerim dolayısıyla yargılamanın şehvetine kapılan Molla Kasım’lara tavsiyem; boş işlerle uğraşmayın, oturun hiç değilse ilahi okumayı öğrenin. Mesela Hacı Bayram Veli’nin şu ilahisi ne muhteşemdir:
/Noldu bu gönlüm noldu bu gönlüm
Derd-ü gamla doldu bu gönlüm
Yandı bu gönlüm yandı bu gönlüm
Yanmada derman buldu bu gönlüm/