Caz da rock da dinleyelim ama arabeske de burun kıvırmayalım
Toplumsal etkileşimin en önemli ürünü olan müzik, bireyin duygularını ifade etmesi açısından her zaman önemli bir konumda yer almıştır. Müzik, içinden doğduğu toplumun kültürel özelliklerini yansıtırken aynı zamanda eğlendirici özelliği ile bireylerin sosyalleşmesinde önemli bir görev icra etmiştir.
Genel olarak bireylerin, kendi ruh dünyalarına dokunan ve de kendilerini en iyi hissettikleri müzikleri tercih ederler. Kişisel anlamda ifade etmem gerekirse, dünyanın bütün farklı müziklerini dinliyorum. Ama özellikle caz, rock ve klasik müzik dinlerken ruh dünyamın zenginleştiğini ve adeta kendimi yeniden keşfettiğimi düşünmüşümdür hep.
Ama bu, Türk halk müziğinin, arabeskin ve de başka tür müziklerin bende bir karşılığı olmadığı anlamına gelmiyor. Türkiye’nin kendine has kültürel ikliminden baktığımızda, arabeskin de Türk halk müziğinin de bu toplumun değerler dünyasıyla bütünleşen bir özelliğe sahip olduğunu görürüz.
Biliyoruz ki arabesk, Türkiye’nin modernleşme macerasına kültürel bir cevap olarak ortaya çıkmış müziktir. Uzun süre görmezden gelinmiş, hatta yozlaşmanın ve yabancılaşmanın müziği olarak ötelenmiştir. Dolayısıyla bu süreçte elitist ve dışlayıcı tavırların dışında resmi yasaklama ve ambargolara da maruz kalmıştır.
Kuşkusuz arabesk müzik, sanatsal anlamda rafine bir müzik değildir. Ama kabul etmek gerekiyor ki arabesk, Türkiye sosyolojisinin ürettiği bir müziktir ve de bu toplumun bir ruhudur.
Yıllar içinde yaslandığı toplumsal dinamiklerin de yardımıyla kitlesel bir kabul gören arabesk olgusu, şehirlerin kültürel kodlarıyla buluşmuş ama aynı zamanda bu kodları bozarak yeniden üretmiş ve giderek popüler bir kültür ögesi haline dönüşmüştür.
Ancak, Türkiye’nin kendine has modernleşme macerasının kültürel tezahürlerinden biri olan “arabesk” olgusuna dair sağlıklı çözümler üretildiğini söylemek de mümkün değildir. Bu arada 1960’larda başlayan arabesk furyasının, zaman içinde sahip olduğu organik ve muhalif çizgiden uzaklaşarak, daha popülist bir zemine oturduğunu da söylemek gerekiyor.
Yıllardır horlanan, bir alt kültür ürünü olarak görülen arabesk, aslında şehrin müziğidir. Yalnızlığı ve melankoliyi yaşayan âşıkların, karışık, çalkantılı hayatlarını resmeder. Köyden göçüp şehrin varoşlarında yaşayan insanların iç sesidir adeta arabesk. Bir bakıma kaderlerine ve dünyaya lanet okuyan ve de hayata tutunamayanların feryadıdır. Ama aynı zamanda Türkiye’nin modernleşme serüveninde kaybolmuş nesillerin dramatik bir hikayesidir.
Orhan Gencabay, Müslüm Gürses, Emrah, Ferdi Tayfur, İbrahim Tatlıses, Bergen, Gülden Karaböcek, Ferdi Özbeğen, Cengiz Kurtoğlu ve daha nicelerini dinleyen milyonlar var bu ülkede…
Kabul etmek gerekiyor ki arabesk her yerdedir; şehirde, kahvelerde, gece kulüplerinde, hamamlarda, dükkanlarda, otobüslerde, taksilerde ve dolmuşlarda... Kısacası herkesin, her şeyin biraz arabesk olduğu coğrafyamızda arabesk, günlük hayatın ritmine renk katan önemli bir unsurdur.
En son Ferdi Tayfur’un cenazesine katılan binlerce insanın ortaya koyduğu fotoğraf, bu ülkenin fotoğrafıdır aynı zamanda…
Biraz abartarak söylemek gerekirse, bu manzara coğrafyamızın nabzını gösteren bir ruhtur. İster bir çöküşün ruhu, isterse çürüyen hayatımızın istikameti olarak değerlendirelim, bu arabesk soslu görüntü kelimenin tam anlamıyla bizim toplumumuzun en net fotoğrafıdır.
Unutmayalım arabesk sadece bir müzik türü değil, aynı zamanda bir yaşam tarzının yansımasıdır. İşte tam da bu yüzden dinlediğimiz müzik bizim ruh halimizin ve hayat tarzımızın aynasıdır aynı zamanda…
Galiba modernleşme maceramızın da etkisiyle, yaşadığımız kültürel erozyon yüzünden, eskiyle yeninin, modernlikle muhafazakarlığın arasında sıkışıp kalmış ama nereye ait olduğuna da bir türlü karar verememiş geniş kitleleri temsil eden en doğru adres oldu arabesk…
Dolayısıyla bugün üzerimize çöken ekonomik krizi ve umutsuzlukları da dikkate alarak, aslında hayal ettiklerimizle yaşadıklarımız arasındaki uçurumu görüp bir takım entelektüel züppeliklere kapılmadan arabesk müziğin, bu toplumda nasıl bir sosyolojiye tekabül ettiğini anlamak zorundayız.
Kendi ruh dünyamıza hangi tür müziği yakıştırıyorsak (mesela caz, rock, klasik Batı müziği ve klasik Türk müziği) özgürce dinleyelim ama arabesk müziğine de burun kıvırmayalım…