Stadlarımız depreme ne kadar dayanıklı?
Gençlik ve Spor Genel Müdürlüğü görevine geldiğimiz 2002 sürecinde spor tesislerini incelemeye aldık… 40-60 yıllık stadlar artık FİFA-UEFA kriterlerini kaybettiği gibi, çok da tehlikeli hale gelmişti…
Bunlardan biri de Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen Stadı’ydı…
Bizim Tesisler Dairesi’ndeki teknik arkadaşlarımız, mimar mühendislerimizin yaptığı incelemede Ali Sami Yen’e çürük raporu verdiler….
***
Biz de G.Saray’ın Ali Sami Yen’de oynamasını yasakladık… Yol ve diğer eksiklerini gidererek Olimpiyat Stadı’nı adres olarak gösterdik…
Fakat G.Saray büyük başarılar yaşadığı Ali Sami Yen’i bırakmak istemiyordu…
Yeni seçilen efsane Başkan merhum Özhan Canaydın idaresinde ve Milan’dan dönüp göreve getirilen Fatih Terim yönetiminde şampiyon olacak çok iddialı bir kadro kurdular…
Başkan da, Hoca da burada daha başarılı olacaklarını düşünüyordu ve İTÜ’den de aldığı raporla onarıp Ali Sami Yen’de kalmak istiyorlardı…
G.Saray medyası ve taraftarı da ciddi bir baskı oluşturuyordu…
***
Bir gün tam bir medya ordusu önünde Özhan Bey’le ortak basın toplantısında bu konuyu tartıştık…
Biz de “Devlet olarak koskoca Avrupa Şampiyonu G.Saray’ın çürük bir stadda oynamasına müsaade edemeyiz, onbinlerce seyirciyi riske atamayız” dedik…
Başkan Canaydın’ı da, Fatih Hoca’yı da G.Saray’ın Olimpiyat Stadı’nda oynamasına ikna ettik… Tabii onlar da anlayışla karşıladılar…
G.Saray bir taraftan orda oynarken diğer taraftan da çürük tribünleri yıktı, diğer tribünleri de güçlendirdi ve ertesi sezon Ali Sami Yen’e geri döndü…
Sonra da Seyrantepe devreye girdi ve artık kalıcı stadına kavuştu…
ALİ SAMİ YEN’E ÇÜRÜK RAPORU VERDİK
Eğer biz ricalara dayanamasaydık, taraftar ve medya baskısına boyun eğseydik, belki o stad, çok taraftara mezar olacaktı…
Aynı şey Vodafone’da, dolgu alanında yapılan Trabzon’da, Kayseri’de, Antalya’da, Hatay’da, Türkiye’nin her yerinde tavizsiz uygulandı..
Pek çok müteahhite eksiklerini tesbit ettiğimiz yerleri yıktırıp yenilerini yaptırdık, ciddi para cezaları verdik ve kurallarımızı tavizsiz uyguladık…
Büyüklerimizden de hiç bir baskı görmedik, görseydik de yine geri adım atmazdık…
***
Bizden sonra aynı ciddiyet devam etti mi, bilmiyoruz ancak yeni modern stadların, salon ve yüzme havuzlarının da her yıl rutin kontrolünün yapılması gerektiğini savunuyoruz…
Çünkü bu iş şakaya gelmez, onbinlerce taraftarı tehlikeye atamayız… Eskiden Ali Sami Yen, İnönü, F.Bahçe, Trabzon, İzmir Atatürk gibi önemli stadlarda iddialı maçlarda daha fazla hasılat elde edebilmek için kapasitenin yaklaşık yüzde 20-10 üzerine çıkılır, stadlar hıncahınç doldurulurdu…
***
Mesela 1975’te 80 bin kapasiteli İzmir Atatürk Stadı’nda Türkiiye-İsviçre maçında 96 bin seyirci geldiği söylenirdi…
1988’deki G.Saray-Neuchatel maçında Mustafa Denizli’nin “50 bin inanmış taraftar istiyorum” dediğini ve stadın hıncahınç dolduğunu biliyoruz…
Yani taşıyabileceği yükün yüzde 20 daha fazlası… Hele de iyice eskimiş stadlar büsbütün tehlike arzeder durumdaydı…
Dünyada pek çok stadın çöküp yüzlerce taraftarın öldüğü de biliniyordu…
MADEN OCAKLARINDAKİ PATLAMALAR?
Biz Gençlik ve Spor’da ilk iş olarak dünyadaki en modern ve son model stadları, salonları, yüzme havuzlarını inceleyip yeni projeler üretmek için Tesisler Daire Başkanlığı’mızdan mimar-mühendis grup grup arkadaşlarımızı Avrupa’ya gönderdik…
Her alanda 50’ye yakın yeni proje ürettiler, biz, belediyeler ve özel teşebbüsün yapacağı tesisler için bu projeleri devreye soktuk…
Spor tesisi dönüşümü sağlayarak kazaları ortadan kaldırmış olduk…
***
Peki stadları, maden ocaklarını veya kamu özel yaptırılan binaları denetlemesi gerekirken bazı memurların müteahhitler veya projeciler tarafından şantiyeler gösterilmeden lüks restoranlarda ağırlanıp para hediyesiyle ödüllendirildiğini de duydunuz mu?..
Bu görevlilerin, bu kadar maden ocağı kazalarının ve yıkılan kamu binalarının öldürdüğü onlarca, yüzlerce, onbinlerce insanımızın müteselsilen katili olduklarını söylemeye gerek var mı?
Öyle ya “Benim memurum işini bilir” diyen bir Cumhurbaşkanı referansı da kapı gibi arkalarındayken…
“BİNAENALEYH ALTIMIZ ÇÜRÜK”
“‘Binanaleyh Türkiye’nin altı çürüktür, Türkiye’nin altı çürüktür diye bırakıp gidecek değiliz, bununla yaşamasını öğreneceğiz..’’ demişti 9.Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel…
Sadece altımız değil, sağımız solumuz, önümüz arkamız da çürük bizim… Nereye el atsan elinde kalıyor…
Bizimkisi hikaye değil, hikayeler manzumesi… Roman da değil, roman zinciri… Belki de ansiklopedisi… Hatta sonu gelmeyen Brezilya dizileri…
***
Biri bitmeden öbürü… Birinin etkisi sürerken diğeri başlıyor… Adeta hep depremle yaşıyoruz, günlük hayatın ayrılmaz bir parçası halinde…
99 Gölcük ve Düzce depremlerinde dehşeti yaşayınca Kandilli Rasathanesi Müdürü, merhum Ahmet Mete Işıkara ile tanıştık…
Kendisini çok sevdik, adını “Deprem Dede” olarak değiştirip bağrımıza bastık…
Her gün, neredeyse her akşam evimize misafir ettik… Ailemizin vazgeçilmez tamamlayıcı bir ferdi oldu Ahmet Mete Hoca…
JAPONYA GİBİ OLMAK
Başka hocalarımız da oldu, günlük hayatımıza giren ve evlerimizde bize öğüt veren, iktidarları da habire uyaran hocalarımız…
Israrla “Deprem öldürmez, çürük binalar öldürür” dediler… “Ne kadar dayanıksız binalar varsa yıkın, yeni sağlam binalar yapın” dediler….
Özellikle de Japonya’yı hep örnek gösterdiler… Bizi vuran, binalarımızı yıkan, sevdiklerimizi elimizden alan 5-6 şiddetli sarsıntıları bir kenara bırakın, 7-8 şiddetindeki depremler bile Japonlar tarafından önemsenmediğini anlattılar…
***
Nitekim de TV’lerinde spikerler, devlet dairelerinde memurlar, bürolarında çalışanlar artık bizi yerlebir eden depremleri çıtını bozmadan yaşarlar, işlerini aksatmadan çalışmaya devam ederler, vaka-yı adiye kabul ederler…
Çok özendik Japonlar’a, güya örnek aldık onları ama nedense yine de binalarımızı sağlam yapmadık, aç gözlü müteahhitler daha çok kazansınlar diye yaptıramadık…
Belediyeleri yönetenler, kamu kurumlarını idare edenler, küçük menfaatler karşılığında müteahhitlere teslim oldular, malzemeden çaldıkları çürük binaları görmezlikten geldiler, bir üfürüklük eserleri kendilerine teslim olmuş halkına reva gördüler….